2
Yorum
43
Beğeni
5,0
Puan
639
Okunma
zamanın uykusuna serilmiş,
gecenin ağırlığıydı üzerimizdeki pelerin.
kayan uçurumun
yitip giden rüyasında
anılar.
dilsiz yakarışları,
ilmek ilmek çözülmüş,
ağzında taşırken gölgesini,
sessizliğin nabzını fısıldar gibi,
yokuşların derinliklerine iniyor
tenime değen, buzdan bir sır.
içimde biri var
her nefes alışında,
yokluğun kırılgan dokunuşuyla uyanıyor,
adı unutulmuş,
sessizliğin ağırlığı gibi salınıyor,
bir sesin yıpranmış yatağına.
Karkâr yağar
gözden kaçan bir zaman zerresi,
unutulmuş düşlerin küflenmiş kokusuyla.
ışık,
kendini yutan bir karanlık akrebinin sokması gibi,
gölgenin kıyısında titriyor.
sonsuzluk,
kapanmadan önce,
sönen son alevdi belki de.
bir at var içimde,
nalı eksik, geçmişin oyduğu bir sessizlikte.
her toynak sesi,
zamanın yıpranmış yolunda uğuldayan çatlak bir akis.
kalbimde bir uçurum,
karanlığın soluduğu kırık bir eyer,
her iç çekişte kederi fısıldıyor.
dizginlerde sıkışmış bir vakit düğümü
Yel,
dudak çizgimden çekip aldığı eski bir ilahi,
yitip gitmiş nehrin kıvrımlarında eksiliyor.
akış,
sürüklediği kıyılarda kırılmış bir yankı gibi sarsıyor,
iç sesimse,
hafifliğini kaybetmiş bir kuş tüyünün terazisinde,
kime ait olduğunu bilmediği bir kırgınlığı tartıyor.
sevilmemiş bir ihtimaldi yalnızlık,
yahut her dönemeçte eksilen bir “ben”in
yol boyunca savrulan çoğalan hiçliği.
şiir artık yazılmak için değil
silinmek için doğuyor.
bir avuç küllün arasından
hala kızaran bir harf,
sancılı bir derinliğin alnına
bir tövbe gibi düşüyor.
aynalar artık unuttu bizi
çünkü biz,
yalın bir hatanın izleriyiz belki de.
ve gece,
ezberlemiş çoktan
bizi anlatmayan dillerin
boğulmuş telaşını.
5.0
100% (12)