3
Yorum
38
Beğeni
0,0
Puan
584
Okunma

güneşi avlayan çocuklar gibi
yanık bir ıslıkla konuştum sana
sesim bir kıtanın ezgisiydi, kavruktu, savruktu
sen ki
yüzünü güneye doğru çeviren
sonsuzluğun göğünde yıldız yıldız asılı kalmış
hira gibisin
kimse bilmiyor içindeki kevseri
sancılı bir çağ yanar saçlarının ucunda
bir ülke doğurdu gece
adını Aybenya koydu sabah
bir Anka düşü düşer gözlerinden küllerle konuşan
kendi içinden besmeleyle açılan bir ülkedir gözlerin
sessiz sessiz dizilmiş dualar okurum kirpiklerinden
gözlerinin kıyısında secdeye varır cümlelerim
bir kelime düşer
bin mısra yazılır içime
uyanır hayat
göğsümün sol yamacında çatlayan toprak
kirpiklerinden sarkan mahlasla sulanır
ellerin vardı senin
toprak gibi kokan kına gibi yanan
ah o ellerin rahmet gibi dokunan
ellerinle kazıdın aşkı göz çukurlarına
bir şal gibi örttün utancı ve zamanı
ah Aybenya!
kardan dağlara sürdü ismini göç eden kuşlar
ağrıydın, sızıydın, dokununca dağılan
bir yanın çocuk, bir yanın ana
körpe bir ceylanın kalbinde çarpan devrandın
adına şiir dedim
şiir senin içinden geçerken eğilir kuyulara
yandı taşlar
bütün yeryüzü dumanlarla kaplandı
su taşımaya yetmedi satırlarım
bölüştüm rüzgârla toprakla, gövdemle, bulutla
sen ki bir çölün kalbine çekilmiş vav harfisin
içinden geçen her trenin
yolcu ettiği bir şiirsin, zinde ve tazesin
sen hep bir eşiğin kıyısında
hep bir gidişin tam öncesisin
gözlerin vardı
bir kehanetin ilk hayreti gibi
bir yetimin başını okşayan merhamet gibi
bakışınla uyanır ölü şehirler
kimse bilmez içimden kaç dağ geçer
kaç gece yorgun düşer gözbebeklerimde
sevmek dedim
sende eşsiz bir tarih olup yok olmak dedim
şiir dedim
o yokluğu aklımda bir çivi gibi taşıtmak dedim
_