0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
131
Okunma

Sensizlik…
Bir boşluk değil yalnızca;
İçime çökmüş ağırlığın ta kendisi.
Ne adını haykırabiliyorum göğe,
Ne de unutur gibi yapabiliyorum yeryüzünde.
Sesin… Artık yankı değil,
Mazinin arka sokaklarından gelen
tozlu bir rüzgâr gibi,
önce ruhuma dokunup sonra içimi üşüten…
Gülüşün var ya…
Bir mevsimin içinden geçerken çiçeğe durmuş güneşimdi.
Şimdi solmuş bir hatıra gibi
ne zaman anımsasam,
bir yaprak daha dökülüyor içimdeki ağaçtan.
Unutmak mı? Hayır,
Asıl ceza hatırlamaya devam etmek,
Ama her hatırada bir şeyleri daha kaybetmek…
Uykularla konuşuyorum artık.
Her gece, seni anlatıyorum yastığa —
İçimde saklı kalanları kusuyorum rüyalara.
Sanki gözlerini bir daha göreceğim bir düşte
sana kavuşacağım gibi…
Ama sen, düşleri bile terk ettin,
bir hayal kadar bile kalmadın bende.
İçimde kalan parçanla yaşıyorum.
Ciğerlerime sinmiş ismin,
her nefes alışımda biraz daha kanıyor.
Sökük içimde,
senin ellerin değmeden iyileşmeyen bir yırtık…
Ben mi?
Kendi kalbini dikemeyen bir terzi,
elinde iplik yerine hasret tutan…
Beni bir satır arasına sıkıştırıp
orada unuttun.
Yarım bir cümle gibiyim;
önü eksik, sonu noktasız,
üç noktalarla ömrü tamamlanan…
Gidişin…
Ayaklarımın altından kayan taş değil sadece,
benliğimin altından çekilen bir zemin,
uçurumun kenarında değil artık,
uçurumun içinde bir “ben” bıraktı geride.
Her sabah,
sensizliğin karanlığına uyanıyor gözlerim,
ve her gün biraz daha gözüm kararıyor senin yokluğuna.
Ağlasam…
Göğsümde sıkışan harfleri
gözyaşlarıyla boşaltabilir miyim?
Ciğerlerimde birikmiş o siyah boşluğu
ağlamakla arıtabilir miyim?
Yine de deniyorum.
Çünkü gözyaşı, senden kalan tek ıslak iz belki…
Senden sonra mı?
Cümlelerim bile değişti.
Ünlem değil artık kelimelerim,
sadece suskunluk.
Soru değil artık,
cevapsızlığa alışmış susmalar…
Ve üç noktalar…
Bitiremediğim her duanın sonunda seni anlatıyor.
Ne çare?
Bu sensizliğin çaresi yok.
Çünkü sen, sadece giderek
yok olmadın…
İçimde bir boşluk olarak değil,
yerini hiçbir şeyin dolduramayacağı
bir “sen” olarak kaldın.