18
Yorum
63
Beğeni
4,8
Puan
779
Okunma
Charles Baudelaire & Ece Ayhan – Diyalojik Şiir
Baudelaire: şarabın, lanetin ve kırık güllerin sanığı olarak...
Ece Ayhan: sivil bir savcı gibi, ceketinin iç cebinde suskun harflerle dolaşan sanık...
Yargılanan: Şiir
Mahkeme heyeti: Rüyalar
Kurmaca ile bilinçdışının iç içe aktığı bir zeminde geceden yapılma bir adalet duygusu, ve şiirin kendi kendini suçladığı bir diyalog.
Charles Baudelaire & Ece Ayhan – Diyalojik Şiir
Baudelaire: şarabın, lanetin ve kırık güllerin sanığı olarak...
Ece Ayhan: sivil bir savcı gibi, ceketinin iç cebinde suskun harflerle dolaşan sanık...
Yargılanan: Şiir
Mahkeme heyeti: Rüyalar
Kurmaca ile bilinçdışının iç içe aktığı bir zeminde geceden yapılma bir adalet duygusu, ve şiirin kendi kendini suçladığı bir diyalog.
“Bir Rüya Mahkemesi” – 1. Perde
[Baudelaire / Tanık kürsüsünde]
Ben, gecenin sabaha dönüşemediği bir saatte doğdum.
Hep düşlerin diliyle konuştum,
her sözcüğümde biraz afyon, biraz günah…
Eğer şiir yargılanıyorsa bu mahkemede,
suç ortaklığımı kabul ederim.
[Ece Ayhan / Savcı gibi]
Suç ortaklığı mı?
Şiiri sizler lekelediniz önce,
mürekkep şişelerinde boğdunuz.
Şiir bizde,
bir sabıka kaydı gibidir:
üstü karalanmış bir çocuğun adı yazılıdır orada.
Söyle:
Kaç ölü taşıyorsun bir mısrada?
[Baudelaire / Hafif alaycı bir edayla]
Ölüyü taşıyan mısra değil midir zaten?
Ben her dizemde bir kadının çığlığını sakladım,
yatakta unuttuğu ruju,
ve tabutunda çiçek açan saçlarını.
Ama sen…
sen neden şiiri devlet dairesine sokuyorsun?
Orası düşlerin yeri mi?
[Ece Ayhan / Soğuk bir tebessümle]
Çünkü bizde düşler de fişlenir.
Çünkü bizde bir çocuk “gördüm” dediği için içeri alınır.
Şiiri o yüzden
sorgu odasına sokmak zorundayız.
Rüya bizde delil sayılmaz.
[Baudelaire / Mahkeme salonunun kırık vitrayına bakarak]
Ne garip!
Ben düşleri hep kanat olarak bildim.
Ve şimdi burada
bir rüya kırığıyla gözüm çiziliyor.
Ey melankolinin kardeşi…
Hiç düşündün mü:
Belki şiir de kendi rüyasından yargılanıyordur?
[Ece Ayhan / Cevap vermeden önce biraz susar]
Olabilir.
Ama bizde rüyalar da suçüstü yakalanır.
Ben bir keresinde,
hiç doğmamış bir çocuğun uykusunda
bir mısra duydum.
Sonra uyandım.
Ve hiçbir kitapta bulamadım onu.
Bence en ağır suç:
yazılamayan şiirdir.
[ Karar Gibi]
Şiir yargılandı.
Ama mahkeme rüya olduğu için
hiçbir karar çıkmadı.
Sadece
bir gül yaprağı düştü yere
kan gibiydi.
Ve herkes sustu.
“Bir Rüya Mahkemesi ” – 2. Perde
[Baudelaire / Avucunda eski bir cep saati tutar]
Zaman ilerlemiyor burada.
Rüyalar durmuş gibi...
Ama senin sözlerin hâlâ bir karakolun bahçesinde asılı duruyor.
Söylesene,
şiiri neden sürekli karanlıkla mühürlüyorsun?
Kelimelerin niçin bu kadar gözaltında?
[Ece Ayhan / Kravatı eğri, sesi sertleşmiş]
Çünkü her kelime bizde bir şüpheli.
Ve şiir ,
Cinayet gibidir ; mahallelinin görmediği ama herkesin bildiği…
Ben düşmanla konuşmayı değil,
düşmanın şiirini yazmayı seçtim.
Sen ise hâlâ aynada kendi yansımanın aşığısın.
[Baudelaire / Hafifçe gülümsüyor, ama gözleri uzak]
Ah…
Ben güzelliğin nefretten daha kalıcı olduğunu düşündüm hep.
O yüzden şiiri parfümle yıkadım.
Ama senin dizelerinde kan kuruyor.
Şiir ya güzelleştirir ya mahveder…
Ortasını senin kelimelerin öldürdü.
[Ece Ayhan / Hafifçe eğilir, cebinden kırık bir gözlük çıkarır]
Ben kelimenin gözlüğü kırık halini severim.
Şiir bazen göremez zaten,
ama hissettirir.
O yüzden dedim:
bizde dize, bir susturucu gibi çalışır.
Mürekkep değil, sessizlik akar satırlarımdan.
[Baudelaire / Yavaş adımlarla salonda yürürken]
Senin şiirin
bana sanki bir körün tuttuğu kandil gibi geliyor:
aydınlatmak için değil,
karanlığı tanımak için.
Ama benim dizelerim
karanlığı güzelleştirmek ister.
İşte buradan çatışırız.
[Ece Ayhan / Duvarda asılı boş çerçeveye bakar]
Sen güzelliğe tapındın, ben onu öldürdüm.
Çünkü bizde güzellik hep kurban olur.
Bir kız çocuğunun mezar taşındaki gül kabartması kadar…
Senin karanlığın bir aristokrat gibi,
benimki
bir sokak çocuğu: elleri kelepçeli ama gözleri serbest.
[Baudelaire / Sessizleşerek]
Peki,
biz bu mahkemeden çıkabilir miyiz?
Yoksa sonsuza dek
şiirin sanığı olarak mı kalacağız?
[Ece Ayhan / Başını sallar, alçak bir sesle]
Çıkış yok.
Çünkü şiir bir dosya değil,
kapanmayan bir dava.
[Sahne kararır. Sadece tek bir sözcük kalır duvarda:
“Sus.”]
“Bir Rüya Mahkemesi ” – 3. Perde: Yüzü Olmayan Kadın
[Sahne: Soluk gri bir ışık. Tavan yok. Yer karanlık.
Ortada, yüzü olmayan bir kadın duruyor. Yüzü yok, çünkü susturulmuş.
Çevresinde Baudelaire ve Ece Ayhan, birbirlerinden uzak, ama kadına yakın.]
[Baudelaire / Kadının etrafında daire çizer gibi yürür]
Sen kimsin?
Yoksa bir düş müsün?
Ya da sadece gözlerime çöken eski bir günah mı?
Sana baktıkça
eski sevgililerim ağlamaya başlıyor içimde.
Ama neden sustun?
Neden yüzün yok?
[Ece Ayhan / Kadının ayaklarına bakar, sesi tedirginleşir]
Yüzü yok çünkü konuşmasına izin verilmedi.
O, şiirin cenazesine bile çağrılmadı.
Ama şiirin her dizesinde
bir kadın ağrısı var.
Yani bu kadın ,
dizeyi susturan zamandır.
[Kadın / Konuşmaz, ama sesi düşünce gibi sahneye yayılır – yankılı]
Ben sizin yazmadığınız cümleyim.
Ben göğsüme saplanmış mecazım.
Ben bir teşhis değilim, bir ihmalim.
[Baudelaire / Gözleri dolu, ama sesi soğuk]
Ben seni hep yazdım.
Kırmızı rujla,
siyah tül perdeyle,
baharat ve pişmanlıkla.
Ama demek ki
o yazdığım sen değilmişsin.
[Ece Ayhan / Yumruğunu sıkar, gözlerini kaçırır]
Ben seni hiçbir yere koyamadım.
Çünkü yerin yoktu.
Devletin tutanaklarında yoktun,
şiirin dipnotlarında bile.
Susturulmuş bir tarih gibiydin belkide.
[Kadın / Yine düşünce gibi]
Ben bir kelimenin iptal edilmiş hâliyim.
Silinmiş bir okul defteri, parçalanmış bir kimlik.
Sizi doğuran ama adını koyamadığınızım.
[Baudelaire / Sessizce, diz çökerek]
Affet beni.
Seni güzelliğin içine hapsettim.
Oysa güzellik ,
bir kafesmiş.
[Ece Ayhan / Kadının karşısına geçip aynayı uzatır]
İşte bu senin yüzün:
Hiç yazılmamış şiirlerin aynası.
[Kadın / İlk kez bedenini hareket ettirir, aynayı almaz, sadece bakar]
Ben size benzemiyorum.
Ben, siz sustuktan sonra kalan sessizliğim.
[Baudelaire ve Ece Ayhan birbirlerine bakarlar — uzun, sessiz bir an.]
[Kadın sahneden çıkar.
Ama arkasında bir koku kalır:
hafif, tuzlu, iç burkan bir yalnızlık kokusu.]
[Baudelaire / Fısıltıyla]
Yüzü olmayan kadın,
bizim yüzümüze ayna tuttu.
[Ece Ayhan / Daha da kısık sesle]
Ve biz o aynada
şiirin yüzsüzlüğünü gördük.
“Bir Rüya Mahkemesi ”– 4. Perde: Mahkemenin Dağılışı
[Sahne: Mahkeme salonu kaotik bir şekilde dağılmak üzeredir. Sandalyeler devrilmiş, bir ayna kırılmıştır. Çerçevesiyle dağılmış cam parçaları, salonda dağınık bir şekilde yansımalar yaratmaktadır. Tüm ortam, bir tür çürüyüşün, sonun habercisidir. Baudelaire ve Ece Ayhan, hâlâ mahkemede kalmışlardır, ama aralarındaki gerilim her an patlayacak gibi bir haldedir. Baudelaire bir süre sessizce bir kenara çekilir, Ece Ayhan ise yerinden hiç kalkmaz. Kadın, aralarındaki çekişmeye tanıklık eder, ama sözler gittikçe ağırlaşmaktadır.]
[Baudelaire / Derin bir nefes alarak, yavaşça konuşur]
Gitmek istiyorum… Bu mahkeme bitti.
Bir rüya, bir yalan gibi…
Hangi sözcüğün, hangi anlamın doğru olduğunu bilmiyorum.
Ama bir gerçek var ki, burada kalmak,
bir çeşit çürüyüş gibi.
Beni burada tutan ne?
Bir dava mı, yoksa sadece bir hayal mi?
[Ece Ayhan / Sert bir bakışla, Baudelaire’e karşı]
Hayal mi?
Bu mahkeme bir hayal değil,
bunu anlayamıyorsun, Baudelaire.
Burada, yalnızca bir düşten değil,
gerçek bir savaştan bahsediyoruz.
Sonsuz bir boşluğa karşı
kendi anlamını bulmak için çırpınan bir savaş.
Herkes burada, ama hiç kimse gerçekten burada değil.
İçsel bir çatışma var, ama
bu çatışmanın kimseye faydası yok.
Burada gerçek olan tek şey,
kaybolan kelimeler.
Ve ben bu kaybolmuşluğu savunuyorum.
[Baudelaire / Bir adım geri atarak, başını sallar]
Savunmak mı?
Senin dilin, sadece bir intiharın yankısı gibi.
Kimse seni anlamıyor,
Kimse seninle kalmak istemiyor.
Çünkü senin dilin,
anlamın ötesinde bir boşluğa sürüklüyor herkesi.
Her şey, her şey kayboluyor.
Bir şiir, bir hayat, bir dava.
Ve kaybolan, kaybolan sadece biziz.
Nereye gideceğiz?
[Ece Ayhan / Yavaşça, ama inatla]
Beni dinle, Baudelaire.
Senin sözlerinde bir boşluk var,
ama ben bu boşluğu anlamak zorundayım.
Kelimelerin, varlığını öldüren birer silaha dönüşüyor,
ama burada durmamız gerek.
Hepimizin, kendi gerçeğini bulması gerek.
Bir yalan, bir kaybolmuşluk…
Ama sen, sen hala gitmek istiyorsun.
Senin gittiğin yeri,
kimse takip edemez.
[Baudelaire / Çaresizlikle, gözlerinde bir kavga]
Beni ne kadar zorlarsan zorla,
gittiğim yeri ben biliyorum.
Ama senin yolun,
kimseyi anlamadan giden bir yol.
Bir yol var,
ama o yol bizi nereye götürüyor?
Gerçekten kaybolmuş bir insan,
daha ne kadar kaybolabilir?
Ve, birimiz kalacak bu salonda.
Ama ben gitmek istiyorum.
Bu boşluk, bu yıkık salon…
Bunu içimde taşıyamam.
Bir dava mı, bir yalan mı?
Beni tanımayan bir dünya var,
o dünyada ben bir yabancıydım.
Ve şimdi, ben gidiyorum.
Gidiyorum, çünkü bu dünya
bana ait değil.
[Ece Ayhan / Sert bir şekilde]
Ama biz, hala burada kalmalıyız.
Bizim mücadelemiz,
kendimizi bulmak değil,
kaybolmuşluğu anlamak.
Buradan gitmek,
hiçbir şeyi çözüme kavuşturmaz.
Bir kaybolmuşluk daha,
birer hayalet gibi…
Hepimizi terk etmeli miyiz?
[Kadın / Yavaşça, perdeyi kapatırken]
Ve işte o zaman,
birimiz gidecek…
Diğerimiz ise,
burada kalacak.
Kaybolanların peşinden sürüklenirken,
gerçekler, yavaşça silinecek.
Bir kaybolmuşluk içinde,
bir şeyin anlamı olmayacak.
Ama kaybolmak,
belki de gerçek bir başlangıçtır.
Ve hepimiz, kaybolduğumuzda…
gerçekten kendimizi bulacağız.
[Perde kararır.]
Final: Mahkemenin dağılması, hem bir sonun hem de bir başlangıcın habercisidir. Baudelaire, gitmek ister, ama içsel çatışmalarının sonunda Ece Ayhan’ın inatçı duruşu, onu hapseder gibi görünür. Kadın, hem tanık hem de bir yansıma olarak, kaybolmuşluk ve varoluş arasındaki ince çizgide kalır. Kimse gerçek anlamda çözüm bulamaz, ancak bu kaybolmuşluk, geriye bir şeyler bırakır.
Çalışmamı okuyan ,beğenen, yorum yazan tüm şiir dostlarına ve şiirimi güne seçen değerli üyelere çok teşekkür ederim.
5.0
95% (20)
1.0
5% (1)