7
Yorum
24
Beğeni
0,0
Puan
748
Okunma
KALEME ALINAN ESER ÜZERİNE BİR KAÇ SÖZ
Kur’an âyetleri şiir değildir.
Ancak düz bir anlatım da değildir. Onu okuyan herkes ondaki akıcılığı kolaylıkla fark eder.
Evet, o bir şiir değildir,
Fakat şiir gibi akıcıdır. Mânâ yönüyle ise şiirden çok çok farklıdır. Şiirde ekseriyetle hayal hükmeder, ifadeler mübalağalı olur. Kur’an’da ise, hayal değil, hakikat esastır, mübalağa değil, belâğat hâkimdir...
Bu eserde Kur’an’ı Kerim meali konularına göre ela alınacak.
İnsani sözlerden uzak bir şekilde mealin dışına çıkılmadan , yeni bir terkiple Kur’an’ı Azimüşşan’ın türkçe tercümesi okuyucuya sunulacaktır
Kur’an ayetleri fesahat içerir:
Fesahat; sözün lâfız, mâna ve âhenk itibariyle kusursuz olmasıdır. Diğer tâbirle, lâfızların söylenişinin tatlı, mânasının da söylenirken hemen zihne girmesidir.
Bu keyfiyetlerin birincisi, kelime ve cümle âhengi ile, ikincisi de kullanan kimsenin kelime hazinesi ve seçme kudreti ile alâkalıdır.
Kur’an selaset/akıcılık ve fesahat/açıklık açısından mu’cizedir. Yani selaset ve fesahatin zirvesinde bir üslub ve beyan kullanmıştır.
Belağat;hitâp ettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı, güzel söz söyleme san’atıdır.
Yani muhatabın haline uygun söz söylemektir. Kur’an bu noktadan eşsizdir ve mu’cizedir insanları bu noktada âciz bırakır.
Beyan ve ifadenin en tatlısı ve güzeli, îcazdır/özlü anlatımıdır, yani az sözle çok şey anlatmaktır. Kur’an, çok büyük safhaları ve merhaleleri bir iki ayet ve cümle ile îcaz edip yani özetleyip diğer merhalelere/aşamalara intikal eder.
Bu intikal aralarında bir boşluk bir ahenksizlik değil bir tefekkür, bir te’vil sahası teşkil ediyor. Bu yüzdendir ki üzerine binlerce tefsir kitapları yazılmıştır.
Kur’ân’ın kelime ve cümlelerindeki nizam ve birbiriyle münasebetleri cihetinden de mu’cizedir.
"Ve denildi ki: ’Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu tut.’ Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cûdî Dağına oturdu. Ve ’Zalimler güruhu Allah’ın rahmetinden uzak olsun.’ denildi." (Hûd, 11/44.)
Çok büyük bir hâdise ancak bu kadar veciz ve öz bir ifade ile icmal edilebilir.
Kur’ân’da, varlık âleminin hakikatlerine ve İlâhî fiil, isim ve sıfatlara dair ifadelerinde nizam, âhenk ve fevkaladelik vardır.
Hikmet-i Kur’aniyenin karşısında beşerin hikmetli sözleri hikmet-i Kur’an’a karşı sukut eder.
Kur’anla meşgül olan asfiya ve evliya ve hükemânın hikmetli sözleri ,ancak Kur’anın hikmetini izah edicidir. Mukayese edilemez.
Kur’ân-ı Hakîm’in ayetlerinin bitişinde gösterdiği fezlekeler/neticiler ve Esma-i Hüsnâ cihetindeki üslub-u bedîîsi/ gözü gönlü okşayan uslubu eşsizdir.
Kur’ân’nın ayetleri dünya üzerindeki eser ve fiillerde İlâhî hakikatleri anlatır.
Kur’an, beşerin nazarına san’at-ı ilahiyenin dokusunu açar,gösterir. Sonra o Esmâ’nın örgüsünü akla havale eder.
Kur’ân’ın Cenab-ı Hakk’ın fiilerini açıklar ,bir özet halinde sunar
Kur’ân’ın, bazen mahlukat- ilahiyeyi bir tertiple zikreder. Sonra o mahlukat içinde bir nizam, bir mizanın olduğunu ve onun arkasında ki esma-i ilahiyeyi gösterir.
Kur’ân, bazen değişime maruz ve muhtelif keyfiyata sebep maddî cüz’iyatı zikreder. Onları hakikatin suretine çevirmek için nuranî, küllî esma ile birleştirir ona bağlar.
Kur’an ,kâh olur ki; ayetlerle geniş bir kesrete/çokluğa ahkâm-ı Rububiyet’i serer.
Sonra birlik ciheti hükmünde bir rabıta-i vahdet ile birleştirir. Veyahut bir kaide-i külliye içinde yerleştirir.
Kur’an, Kâh oluyor ki; ayetin zâhirî sebebini, icadın/yoktan var etmenin kabiliyetinden azletmek ve uzak göstermek için müsebbebin gayelerini, semerelerini gösterir.
Tâ anlaşılsın ki, sebep yalnız zâhirî bir perdedir.
Kur’an, âhirete ait İlâhî fiilleri anlatırken, dünyada müşahede edilen fiillerle kalb ve zihinleri ikna eder.
Kur’ân,cüz’î hâdiselerde,İlâhî isimler vasıtasıyla, muhitin/etrafın,çevrenin hakikatlerini gösterir
Kur’ân, bazen insanın isyankârâne amellerini zikredip şiddetli bir tehditle zecretmesi/zorlaması, sonra şiddet-i tehdit, ye’se ve ümitsizliğe atmaması için rahmetine işaret eden bir kısım esmâ ile hâtime/nihayet verip teselli eder.
Kur’an-ı Kerim Allah’ın ezeli ilminden süzülüp geldiği için beşerin yazdığı kitaplar gibi sınırlı ve kayıtlı değildir. Bir kelime ya da cümlesine sayısız manalar yüklenip anlam çıkarılabilir.
Zaten kelime ve cümlenin genişliği müellifin kast ve iradesine bakar. Yani her mana arkasında o kast ve iradenin bulunması lazımdır ki, müellife mal edilebilsin.
Allah’ın ilmi ezeli ve ebedi olduğu için, kelime ve cümle kurgusunun muhtemel bütün manalarına refakat edip onları sahiplenir. Bu husus insanların eserlerinde çok mahdut ve kısır kalır.
Zira insan iradesi ve ilmi cüzidir. Cüzi külliye kapak olamaz. Öyle ise Kur’an’ın kelime ve cümlelerinde sonsuz manaların bulunması tabi ve olağan bir şeydir.
Bütün bu mana ve incelikleri muhatap kitlesinden sadece bir cüzünü teşkil eden insana hasretmek yanlış olur. Kur’an’ın muhatapları sadece insanların avam kısmı değildir.
Kur’an şakirtleri/öğrencileri içinde Hazreti Peygamber (asv)’den tut ta basit fikirli avam bir insana kadar muhtelif tabakalar vardır.
Kur’an muhtelif tabakalara hitap ettiği için elbette mana yönünden çok zengin ve sınırsız olması gerekir. Her insan kendi kameti kıymetince ondan istifade eder.
Ben kendi cüzi istifademi esas alıp "şuna ne gerek vardı" dersem benden üstteki müşterilere haksızlık etmiş olurum.
Allah Resulü (asv)’ın bir ayetten aldığı feyiz, bazen bir peygamberin ömrü boyunca aldığı feyze mukabil geldiğini düşünecek olursak, Kur’an’ın ne denli eşsiz muhataplarının ve istifade edenlerinin olduğunu görürüz.
Sahabelerin Kur’an’ı bütün hasse ve duyguları ile emdiğini ve muhteşem bir mana erleri olduğunu bütün İslam alimleri itiraf etmişlerdir.
Bir Hazreti Ebu Bekir ve Ali (ra)’in Kur’an’dan aldığı feyze bütün ümmet birleşse yetişemez.
Kur’an’nın ibareleri bir levha gibidir, sadece kainat sahnesine işaret ediyor. Kainat sahnesinde ise tefekkür edilecek sayısız mana ve incelikler mevcuttur.
"Okyanustan bir damla" ibaresi bu kainat sahnesinin genişliğine işaret etmek içindir.
Mesela, Allah’ın tevhidine delil nedir, denildiği zaman bir elma gösterilir ve onun üstünde ispat edilir. Elma bir damla, elmalar bir göl, sair meyveler bir deniz, diğer mahlukatlarla beraber hepsi okyanus, tüm kainat ise sonsuz bir bahr-ı ummandır. Kur’an’ın nuru bu bahr-ı ummandan sadece bir damladır.
Tefekkür noktasından bizim nazarımıza belki bir damla, bir göl bir, deniz kafi gelebilir, lakin koca gözleri olan Cebrail, İsrafil, Azrail, Mikail (as) gibi varlıkların yanında bu alemler bir toz zerresi gibidir.
Hem kainat hem Kur’an onlarında kitabı, onlarında rehberidir, sadece insana bakmıyor.
Ayrıca Hazreti Peygamberimiz (asv)’in bu meleklerden daha üstün olduğu düşünüldüğünde, onun istifade alanının ne kadar geniş ve külli olduğu takdir edilir.
Özet olarak, Allah Kur’an’ın sayısız manalarını okuyacak sayısız mahlukatı ve nazarı yaratmıştır. Öyle ise okyanus tabiri hafif bile kalır.
Öyleyse gayret bizden, başarı ancak Allah’tandır
Allah ki,
O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.
O, ebedî diridir.
Varlığı kendinden olup bütün kâinatı yönetendir.
O’nu ne bir uyuklama ne de bir uyku yakalayabilir.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur.
İzni olmadan
O’nun huzurunda kim kalkıp da şefaat edebilir?
O, kullarının geleceğini de bilir,
geçmişini de.
Kullar ise, dilediği dışında
O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar.
O’nun kürsüsü,
gökleri ve yeri kuşatmıştır.
Dolayısıyla her ikisini de koruyup gözetmek
O’na asla ağır gelmez.
En yüce ve en büyük
yalnız O’dur. (1)
Allah ki,
O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.
O, ebedî diridir.
Varlığı kendinden olup
bütün kâinatı yönetendir. (2)
Bütün yüzler, her zaman diri,
her şeyin varlığı kendisine bağlı olan
ve kâinatı yöneten Allah’ın önünde eğilmiştir.
Zulüm yüklenerek gelen kimse,
gerçekten hüsrâna uğramıştır. (3)
O ezelî ve ebedî hayat sahibidir.
O’ndan başka ilâh yoktur.
Öyleyse her türlü şirk ve gösterişten uzak durup
ibâdet ve taati yalnız Allah’a has kılarak
O’na yalvarın!
Bütün övgüler ve yücelikler
Âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. (4)
Hiç şüphesiz yaşatan da biziz,
öldüren de biziz.
Her şey yok olup gittikten sonra
bâkî kalan gerçek mülk sahibi de biziz. (5)
Şunu iyi bilin ki,
Allah dostlarına hiçbir korku yoktur
ve onlar asla üzülmeyeceklerdir. (6)
Onlar hakkiyle iman etmişlerdir
ve Allah’a karşı gelmekten sakınıp
vazîfelerini tam olarak yerine getirirler. (7)
Hiç ölmeyen,
ezelî ve ebedî
hayat sahibi olan Allah’a güvenip dayan.
O’nu hamd ile tesbih et.
Kullarının günahlarından haberdar olma konusunda
O kendi kendine yeter. 8)
Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarma!
Çünkü O’ndan başka ilâh yoktur.
O’nun zâtından başka her şey yok olacaktır.
Hüküm yalnız O’na aittir.
Siz de sonunda
O’nun huzuruna çıkarılacaksınız. 9)
Yeryüzünde bulunan herkes fânidir. (10)
O,
Evvel’dir,
Âhir’dir,
Zâhir’dir,
Bâtın’dır.
O her şeyi hakkiyle bilir. (11)
O münafıklar bilmiyorlar mı ki,
Allah elbette kendilerinin gizlice
ve fısıldaşarak konuştuklarının hepsinden haberdârdır.
Ayrıca O,
bütün gizlilikleri eksiksiz bilmektedir. (13)
Şüphesiz Allah,
göklerin ve yerin bütün gizliliklerini bilir.
Allah,
sizin bütün yaptıklarınızı da görmektedir. (14)
Şüphesiz Allah,
göklerin ve yerin bütün gizliliklerini bilir.
Allah,
sizin bütün yaptıklarınızı da görmektedir. (15)
Gaybı bilen yalnız Allah’tır.
O, hiç kimseye gayb bilgisini
açık bir şekilde bildirmez.(16)
O,
Evvel’dir,
Âhir’dir,
Zâhir’dir,
Bâtın’dır.
O her şeyi hakkiyle bilir. (12)
1) Bakara / 255. Ayet 2) Âl-i İmrân / 2. Ayet 3) Tâ-Hâ / 111. Ayet
4) Mü’min / 65. Ayet 5) Hicr / 23. Ayet 6) Yunus / 62. Ayet
7) Yunus / 63. Ayet 8) Furkan / 58. Ayet
9) Kasas / 88. Ayet (10) Rahmân / 26. Ayet 11) Hadid / 3. Ayet
12) Hadid / 3. Ayet 13) Tevbe / 78. Ayet
14) Hucurât / 18. Ayet 15) Hucurât / 18. Ayet 16) Cin / 26. Ayet