6
Yorum
22
Beğeni
5,0
Puan
589
Okunma
ESERİMİZ ÜZERİNE BİR KAÇ SÖZ
Kur’an âyetleri şiir değildir.
Ancak düz bir anlatım da değildir. Onu okuyan herkes ondaki akıcılığı kolaylıkla fark eder.
Evet, o bir şiir değildir,
Fakat şiir gibi akıcıdır. Mânâ yönüyle ise şiirden çok çok farklıdır. Şiirde ekseriyetle hayal hükmeder, ifadeler mübalağalı olur. Kur’an’da ise, hayal değil, hakikat esastır, mübalağa değil, belâğat hâkimdir...
Bu eserde Kur’an’ı Kerim meali konularına göre ela alınacak.
İnsani sözlerden uzak bir şekilde mealin dışına çıkılmadan , yeni bir terkiple Kur’an’ı Azimüşşan’ın türkçe tercümesi okuyucuya sunulacaktır
Kur’an ayetleri fesahat içerir:
Fesahat; sözün lâfız, mâna ve âhenk itibariyle kusursuz olmasıdır. Diğer tâbirle, lâfızların söylenişinin tatlı, mânasının da söylenirken hemen zihne girmesidir.
Bu keyfiyetlerin birincisi, kelime ve cümle âhengi ile, ikincisi de kullanan kimsenin kelime hazinesi ve seçme kudreti ile alâkalıdır.
Kur’an selaset/akıcılık ve fesahat/açıklık açısından mu’cizedir. Yani selaset ve fesahatin zirvesinde bir üslub ve beyan kullanmıştır.
Belağat;hitâp ettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı, güzel söz söyleme san’atıdır.
Yani muhatabın haline uygun söz söylemektir. Kur’an bu noktadan eşsizdir ve mu’cizedir insanları bu noktada âciz bırakır.
Beyan ve ifadenin en tatlısı ve güzeli, îcazdır/özlü anlatımıdır, yani az sözle çok şey anlatmaktır. Kur’an, çok büyük safhaları ve merhaleleri bir iki ayet ve cümle ile îcaz edip yani özetleyip diğer merhalelere/aşamalara intikal eder.
Bu intikal aralarında bir boşluk bir ahenksizlik değil bir tefekkür, bir te’vil sahası teşkil ediyor. Bu yüzdendir ki üzerine binlerce tefsir kitapları yazılmıştır.
Kur’ân’ın kelime ve cümlelerindeki nizam ve birbiriyle münasebetleri cihetinden de mu’cizedir.
"Ve denildi ki: ’Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu tut.’ Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cûdî Dağına oturdu. Ve ’Zalimler güruhu Allah’ın rahmetinden uzak olsun.’ denildi." (Hûd, 11/44.)
Çok büyük bir hâdise ancak bu kadar veciz ve öz bir ifade ile icmal edilebilir.
Kur’ân’da, varlık âleminin hakikatlerine ve İlâhî fiil, isim ve sıfatlara dair ifadelerinde nizam, âhenk ve fevkaladelik vardır.
Hikmet-i Kur’aniyenin karşısında beşerin hikmetli sözleri hikmet-i Kur’an’a karşı sukut eder.
Kur’anla meşgül olan asfiya ve evliya ve hükemânın hikmetli sözleri ,ancak Kur’anın hikmetini izah edicidir. Mukayese edilemez.
Kur’ân-ı Hakîm’in ayetlerinin bitişinde gösterdiği fezlekeler/neticiler ve Esma-i Hüsnâ cihetindeki üslub-u bedîîsi/ gözü gönlü okşayan uslubu eşsizdir.
Kur’ân’nın ayetleri dünya üzerindeki eser ve fiillerde İlâhî hakikatleri anlatır.
Kur’an, beşerin nazarına san’at-ı ilahiyenin dokusunu açar,gösterir. Sonra o Esmâ’nın örgüsünü akla havale eder.
Kur’ân’ın Cenab-ı Hakk’ın fiilerini açıklar ,bir özet halinde sunar
Kur’ân’ın, bazen mahlukat- ilahiyeyi bir tertiple zikreder. Sonra o mahlukat içinde bir nizam, bir mizanın olduğunu ve onun arkasında ki esma-i ilahiyeyi gösterir.
Kur’ân, bazen değişime maruz ve muhtelif keyfiyata sebep maddî cüz’iyatı zikreder. Onları hakikatin suretine çevirmek için nuranî, küllî esma ile birleştirir ona bağlar.
Kur’an ,kâh olur ki; ayetlerle geniş bir kesrete/çokluğa ahkâm-ı Rububiyet’i serer.
Sonra birlik ciheti hükmünde bir rabıta-i vahdet ile birleştirir. Veyahut bir kaide-i külliye içinde yerleştirir.
Kur’an, Kâh oluyor ki; ayetin zâhirî sebebini, icadın/yoktan var etmenin kabiliyetinden azletmek ve uzak göstermek için müsebbebin gayelerini, semerelerini gösterir.
Tâ anlaşılsın ki, sebep yalnız zâhirî bir perdedir.
Kur’an, âhirete ait İlâhî fiilleri anlatırken, dünyada müşahede edilen fiillerle kalb ve zihinleri ikna eder.
Kur’ân,cüz’î hâdiselerde,İlâhî isimler vasıtasıyla, muhitin/etrafın,çevrenin hakikatlerini gösterir
Kur’ân, bazen insanın isyankârâne amellerini zikredip şiddetli bir tehditle zecretmesi/zorlaması, sonra şiddet-i tehdit, ye’se ve ümitsizliğe atmaması için rahmetine işaret eden bir kısım esmâ ile hâtime/nihayet verip teselli eder.
Kur’an-ı Kerim Allah’ın ezeli ilminden süzülüp geldiği için beşerin yazdığı kitaplar gibi sınırlı ve kayıtlı değildir. Bir kelime ya da cümlesine sayısız manalar yüklenip anlam çıkarılabilir.
Zaten kelime ve cümlenin genişliği müellifin kast ve iradesine bakar. Yani her mana arkasında o kast ve iradenin bulunması lazımdır ki, müellife mal edilebilsin.
Allah’ın ilmi ezeli ve ebedi olduğu için, kelime ve cümle kurgusunun muhtemel bütün manalarına refakat edip onları sahiplenir. Bu husus insanların eserlerinde çok mahdut ve kısır kalır.
Zira insan iradesi ve ilmi cüzidir. Cüzi külliye kapak olamaz. Öyle ise Kur’an’ın kelime ve cümlelerinde sonsuz manaların bulunması tabi ve olağan bir şeydir.
Bütün bu mana ve incelikleri muhatap kitlesinden sadece bir cüzünü teşkil eden insana hasretmek yanlış olur. Kur’an’ın muhatapları sadece insanların avam kısmı değildir.
Kur’an şakirtleri/öğrencileri içinde Hazreti Peygamber (asv)’den tut ta basit fikirli avam bir insana kadar muhtelif tabakalar vardır.
Kur’an muhtelif tabakalara hitap ettiği için elbette mana yönünden çok zengin ve sınırsız olması gerekir. Her insan kendi kameti kıymetince ondan istifade eder.
Ben kendi cüzi istifademi esas alıp "şuna ne gerek vardı" dersem benden üstteki müşterilere haksızlık etmiş olurum.
Allah Resulü (asv)’ın bir ayetten aldığı feyiz, bazen bir peygamberin ömrü boyunca aldığı feyze mukabil geldiğini düşünecek olursak, Kur’an’ın ne denli eşsiz muhataplarının ve istifade edenlerinin olduğunu görürüz.
Sahabelerin Kur’an’ı bütün hasse ve duyguları ile emdiğini ve muhteşem bir mana erleri olduğunu bütün İslam alimleri itiraf etmişlerdir.
Bir Hazreti Ebu Bekir ve Ali (ra)’in Kur’an’dan aldığı feyze bütün ümmet birleşse yetişemez.
Kur’an’nın ibareleri bir levha gibidir, sadece kainat sahnesine işaret ediyor. Kainat sahnesinde ise tefekkür edilecek sayısız mana ve incelikler mevcuttur.
"Okyanustan bir damla" ibaresi bu kainat sahnesinin genişliğine işaret etmek içindir.
Mesela, Allah’ın tevhidine delil nedir, denildiği zaman bir elma gösterilir ve onun üstünde ispat edilir. Elma bir damla, elmalar bir göl, sair meyveler bir deniz, diğer mahlukatlarla beraber hepsi okyanus, tüm kainat ise sonsuz bir bahr-ı ummandır. Kur’an’ın nuru bu bahr-ı ummandan sadece bir damladır.
Tefekkür noktasından bizim nazarımıza belki bir damla, bir göl bir, deniz kafi gelebilir, lakin koca gözleri olan Cebrail, İsrafil, Azrail, Mikail (as) gibi varlıkların yanında bu alemler bir toz zerresi gibidir.
Hem kainat hem Kur’an onlarında kitabı, onlarında rehberidir, sadece insana bakmıyor.
Ayrıca Hazreti Peygamberimiz (asv)’in bu meleklerden daha üstün olduğu düşünüldüğünde, onun istifade alanının ne kadar geniş ve külli olduğu takdir edilir.
Özet olarak, Allah Kur’an’ın sayısız manalarını okuyacak sayısız mahlukatı ve nazarı yaratmıştır. Öyle ise okyanus tabiri hafif bile kalır.
Öyleyse gayret bizden, başarı ancak Allah’tandır
İşte şu peygamberler ki,
biz onların bazısını
bazısına üstün kıldık.
İçlerinden biriyle Allah doğrudan konuşmuş,
birini ise derecelerle yükseltmiştir.
Biz,
Meryem oğlu İsa’ya apaçık mûcizeler verdik
ve onu Rûhu’l-Kudüs’le destekleyip güçlendirdik.
Eğer Allah dileseydi,
o peygamberlerin hemen ardından gelen insanlar,
kendilerine bu kadar açık deliller ulaştıktan sonra
birbirleriyle savaşmazlardı.
Ne var ki,
aralarında anlaşmazlığa düştüler de
onlardan iman eden de oldu,
inkâr eden de.
Şâyet Allah dileseydi
onlar birbirleriyle savaşmazlardı.
Fakat Allah dilediğini yapar. (1)
Orucun farz kılındığı ramazan ayı,
insanlara hidâyet rehberi olup
onlara doğru yolu gösteren
ve hakkı bâtıldan ayırıcı
en açık delilleri ihtiva eden
Kur’an’ın indirildiği aydır.
İşte bu sebeple
içinizden ramazan ayına erişen orucunu tutsun.
Ancak hasta veya yolcu olup da
oruç tutamayan kimse,
tutamadığı oruçları başka günlerde tutsun.
Allah
sizin için kolaylık diler,
fakat zorluk dilemez.
Bütün bunlar sayıyı tamamlamanız,
size doğru yolu gösterdiği için
Allah’ın yüceliğini tanımanız
ve O’na şükretmeniz içindir. (2)
De ki:
“Ey mülkün gerçek sahibi olan Allah!
Sen dilediğine mülkü verirsin,
dilediğinden mülkü çekip alırsın;
dilediğini yüceltip aziz kılar,
dilediğini alçaltıp zelil edersin.
Bütün hayırlar yalnız senin elindedir.
Şüphesiz sen, her şeye kâdirsin. (3)
Zekeriya:
“Rabbim!
Bana ihtiyarlık gelip çatmışken
ve hanımım da kısırken,
benim nasıl oğlum olabilir?” dedi.
Rabbi de:
“İşte Allah,
dilediğini böyle yapar” buyurdu (4)
Ey iman edenler!
Yaptığınız anlaşmaları
tam olarak yerine getirin.
Harâm olduğu size bildirilen
ve bildirilecek olanların dışındaki hayvanların
eti size helâl kılındı.
Ancak ihramlı iken
avlanmanız helâl değildir.
Şüphesiz Allah,
dilediği hükmü verir. (5)
Âhiret âlemindeki gökler ve yer
ayakta durdukça
onlar da ebediyen
o ateşin içinde kalacaklardır.
Ancak Rabbinin dilemesi hâriç.
Çünkü Rabbin ne dilerse
onu eksiksiz yapar. (6)
Allah,
iman edenleri,
inanıp ikrar ettikleri o değişmez söz sebebiyle
dünyada da
âhirette de
sapasağlam tutar ve ayaklarını kaydırmaz.
Zâlimleri ise şaşırtır,
onların doğru yoldan çıkmasına fırsat verir.
Allah dilediğini yapar.(7)
Şüphesiz Allah,
iman edip sâlih ameller işleyenleri
altlarından ırmaklar akan cennetlere yerleştirecektir.
Allah,
elbette dilediğini yapar. (8)
Görmez misin ki,
göklerde olanlar,
yerde olanlar,
güneş, ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar,
yeryüzünde hareket eden bütün canlılar
ve insanlardan birçoğu
Allah’a secde etmektedir;
birçoğu hakkında da azap hükmü kesinleşmiştir.
Allah kimi alçaltırsa,
artık onu yükseltecek kimse yoktur.
Şüphesiz Allah,
ne dilerse yapar. (9)
Allah,
hareket eden her canlı varlığı sudan yarattı.
Onlardan bir kısmı karnı üzerinde sürünür,
bir kısmı iki ayağı üstünde yürür,
bir kısmı da dört ayağı üstünde yürür…
Allah ne dilerse onu yaratır.
Şüphesiz Allah,
her şeye güç yetirendir. (10)
Firavun hiddetle:
“Demek, ben size izin vermeden
ona iman ettiniz ha!
Meğer size sihri öğreten ustanız oymuş!
Ama size ne yapacağımı yakında bileceksiniz!
Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim
ve hepinizi mutlaka asacağım!” diye bağırdı. (11)
Rabbin dilediğini yaratır ve seçer.
İnsanların bu hususta seçme hakkı ve yetkisi yoktur.
Allah,
onların ortak koştuğu şeylerden
çok uzak ve pek yücedir. (12)
Sizi güçsüz bir halde yaratan,
güçsüzlükten sonra size kuvvet veren,
kuvvetli döneminizden sonra
sizi tekrar güçsüz
ve saçı başı ağarmış ihtiyar hâline getiren
Allah’tır.
O,
dilediğini yaratır.
Çünkü O,
her şeyi hakkiyle bilen
ve her şeye gücü yetendir. (13)
O’dur,
dilediği her şeyi
dilediği gibi yapan. (14)
1) Bakara / 253. Ayet 2) Bakara / 185. Ayet 3) Âl-i İmrân / 26. Ayet
4) Âl-i İmrân / 40. Ayet 5) Mâide / 1. Ayet 6) Hûd / 107. Ayet
7) İbrahim / 27. Ayet 8)Hac / 14. Ayet 9) Hac / 18. Ayet
10) Nûr / 45. Ayet 11) Şuarâ / 49. Ayet 12) Kasas / 68. Ayet
13) Rûm / 54. Ayet 14) Bürûc / 16. Ayet