6
Yorum
20
Beğeni
0,0
Puan
733
Okunma

ESERİMİZ ÜZERİNE BİR KAÇ SÖZ
Kur’an âyetleri şiir değildir.
Ancak düz bir anlatım da değildir. Onu okuyan herkes ondaki akıcılığı kolaylıkla fark eder.
Evet, o bir şiir değildir,
Fakat şiir gibi akıcıdır. Mânâ yönüyle ise şiirden çok çok farklıdır. Şiirde ekseriyetle hayal hükmeder, ifadeler mübalağalı olur. Kur’an’da ise, hayal değil, hakikat esastır, mübalağa değil, belâğat hâkimdir...
Kur’an ayetleri fesahat içerir:
Fesahat; sözün lâfız, mâna ve âhenk itibariyle kusursuz olmasıdır. Diğer tâbirle, lâfızların söylenişinin tatlı, mânasının da söylenirken hemen zihne girmesidir.
Bu keyfiyetlerin birincisi, kelime ve cümle âhengi ile, ikincisi de kullanan kimsenin kelime hazinesi ve seçme kudreti ile alâkalıdır.
Kur’an selaset/akıcılık ve fesahat/açıklık açısından mu’cizedir. Yani selaset ve fesahatin zirvesinde bir üslub ve beyan kullanmıştır.
Belağat;hitâp ettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı, güzel söz söyleme san’atıdır.
Yani muhatabın haline uygun söz söylemektir. Kur’an bu noktadan eşsizdir ve mu’cizedir insanları bu noktada âciz bırakır.
Beyan ve ifadenin en tatlısı ve güzeli, îcazdır/özlü anlatımıdır, yani az sözle çok şey anlatmaktır. Kur’an, çok büyük safhaları ve merhaleleri bir iki ayet ve cümle ile îcaz edip yani özetleyip diğer merhalelere/aşamalara intikal eder.
Bu intikal aralarında bir boşluk bir ahenksizlik değil bir tefekkür, bir te’vil sahası teşkil ediyor. Bu yüzdendir ki üzerine binlerce tefsir kitapları yazılmıştır.
Kur’ân’ın kelime ve cümlelerindeki nizam ve birbiriyle münasebetleri cihetinden de mu’cizedir.
"Ve denildi ki: ’Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu tut.’ Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cûdî Dağına oturdu. Ve ’Zalimler güruhu Allah’ın rahmetinden uzak olsun.’ denildi." (Hûd, 11/44.)
Çok büyük bir hâdise ancak bu kadar veciz ve öz bir ifade ile icmal edilebilir.
Kur’ân’da, varlık âleminin hakikatlerine ve İlâhî fiil, isim ve sıfatlara dair ifadelerinde nizam, âhenk ve fevkaladelik vardır.
Hikmet-i Kur’aniyenin karşısında beşerin hikmetli sözleri hikmet-i Kur’an’a karşı sukut eder.
Kur’anla meşgül olan asfiya ve evliya ve hükemânın hikmetli sözleri ,ancak Kur’anın hikmetini izah edicidir. Mukayese edilemez.
Kur’ân-ı Hakîm’in ayetlerinin bitişinde gösterdiği fezlekeler/neticiler ve Esma-i Hüsnâ cihetindeki üslub-u bedîîsi/ gözü gönlü okşayan uslubu eşsizdir.
Kur’ân’nın ayetleri dünya üzerindeki eser ve fiillerde İlâhî hakikatleri anlatır.
Kur’an, beşerin nazarına san’at-ı ilahiyenin dokusunu açar,gösterir. Sonra o Esmâ’nın örgüsünü akla havale eder.
Kur’ân’ın Cenab-ı Hakk’ın fiilerini açıklar ,bir özet halinde sunar
Kur’ân’ın, bazen mahlukat- ilahiyeyi bir tertiple zikreder. Sonra o mahlukat içinde bir nizam, bir mizanın olduğunu ve onun arkasında ki esma-i ilahiyeyi gösterir.
Kur’ân, bazen değişime maruz ve muhtelif keyfiyata sebep maddî cüz’iyatı zikreder. Onları hakikatin suretine çevirmek için nuranî, küllî esma ile birleştirir ona bağlar.
Kur’an ,kâh olur ki; ayetlerle geniş bir kesrete/çokluğa ahkâm-ı Rububiyet’i serer.
Sonra birlik ciheti hükmünde bir rabıta-i vahdet ile birleştirir. Veyahut bir kaide-i külliye içinde yerleştirir.
Kur’an, Kâh oluyor ki; ayetin zâhirî sebebini, icadın/yoktan var etmenin kabiliyetinden azletmek ve uzak göstermek için müsebbebin gayelerini, semerelerini gösterir.
Tâ anlaşılsın ki, sebep yalnız zâhirî bir perdedir.
Kur’an, âhirete ait İlâhî fiilleri anlatırken, dünyada müşahede edilen fiillerle kalb ve zihinleri ikna eder.
Kur’ân,cüz’î hâdiselerde,İlâhî isimler vasıtasıyla, muhitin/etrafın,çevrenin hakikatlerini gösterir
Kur’ân, bazen insanın isyankârâne amellerini zikredip şiddetli bir tehditle zecretmesi/zorlaması, sonra şiddet-i tehdit, ye’se ve ümitsizliğe atmaması için rahmetine işaret eden bir kısım esmâ ile hâtime/nihayet verip teselli eder.
Kur’an-ı Kerim Allah’ın ezeli ilminden süzülüp geldiği için beşerin yazdığı kitaplar gibi sınırlı ve kayıtlı değildir. Bir kelime ya da cümlesine sayısız manalar yüklenip anlam çıkarılabilir.
Zaten kelime ve cümlenin genişliği müellifin kast ve iradesine bakar. Yani her mana arkasında o kast ve iradenin bulunması lazımdır ki, müellife mal edilebilsin.
Allah’ın ilmi ezeli ve ebedi olduğu için, kelime ve cümle kurgusunun muhtemel bütün manalarına refakat edip onları sahiplenir. Bu husus insanların eserlerinde çok mahdut ve kısır kalır.
Zira insan iradesi ve ilmi cüzidir. Cüzi külliye kapak olamaz. Öyle ise Kur’an’ın kelime ve cümlelerinde sonsuz manaların bulunması tabi ve olağan bir şeydir.
Bütün bu mana ve incelikleri muhatap kitlesinden sadece bir cüzünü teşkil eden insana hasretmek yanlış olur. Kur’an’ın muhatapları sadece insanların avam kısmı değildir.
Kur’an şakirtleri/öğrencileri içinde Hazreti Peygamber (asv)’den tut ta basit fikirli avam bir insana kadar muhtelif tabakalar vardır.
Kur’an muhtelif tabakalara hitap ettiği için elbette mana yönünden çok zengin ve sınırsız olması gerekir. Her insan kendi kameti kıymetince ondan istifade eder.
Ben kendi cüzi istifademi esas alıp "şuna ne gerek vardı" dersem benden üstteki müşterilere haksızlık etmiş olurum.
Allah Resulü (asv)’ın bir ayetten aldığı feyiz, bazen bir peygamberin ömrü boyunca aldığı feyze mukabil geldiğini düşünecek olursak, Kur’an’ın ne denli eşsiz muhataplarının ve istifade edenlerinin olduğunu görürüz.
Sahabelerin Kur’an’ı bütün hasse ve duyguları ile emdiğini ve muhteşem bir mana erleri olduğunu bütün İslam alimleri itiraf etmişlerdir.
Bir Hazreti Ebu Bekir ve Ali (ra)’in Kur’an’dan aldığı feyze bütün ümmet birleşse yetişemez.
Kur’an’nın ibareleri bir levha gibidir, sadece kainat sahnesine işaret ediyor. Kainat sahnesinde ise tefekkür edilecek sayısız mana ve incelikler mevcuttur.
"Okyanustan bir damla" ibaresi bu kainat sahnesinin genişliğine işaret etmek içindir.
Mesela, Allah’ın tevhidine delil nedir, denildiği zaman bir elma gösterilir ve onun üstünde ispat edilir. Elma bir damla, elmalar bir göl, sair meyveler bir deniz, diğer mahlukatlarla beraber hepsi okyanus, tüm kainat ise sonsuz bir bahr-ı ummandır. Kur’an’ın nuru bu bahr-ı ummandan sadece bir damladır.
Tefekkür noktasından bizim nazarımıza belki bir damla, bir göl bir, deniz kafi gelebilir, lakin koca gözleri olan Cebrail, İsrafil, Azrail, Mikail (as) gibi varlıkların yanında bu alemler bir toz zerresi gibidir.
Hem kainat hem Kur’an onlarında kitabı, onlarında rehberidir, sadece insana bakmıyor.
Ayrıca Hazreti Peygamberimiz (asv)’in bu meleklerden daha üstün olduğu düşünüldüğünde, onun istifade alanının ne kadar geniş ve külli olduğu takdir edilir.
Özet olarak, Allah Kur’an’ın sayısız manalarını okuyacak sayısız mahlukatı ve nazarı yaratmıştır. Öyle ise okyanus tabiri hafif bile kalır.
Öyleyse gayret bizden, başarı ancak Allah’tandır
De ki: O Allah birdir. (15)
“O, göklerin, yerin
ve bunlar arasında bulunan her şeyin
Rabbidir.
O, karşı konulamaz kudret sahibidir
ve çok bağışlayıcıdır.” (1)
Rasûlüm! De ki:
“Ben de ancak sizin gibi bir insanım.
Ama bana
sizin ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyediliyor.
Şu halde dosdoğru O’na yönelin
ve günahlarınız için
O’ndan bağışlanma dileyin!”
Gerçek ortadayken,
O’na ortak koşanların vay hâline! (8)
Allah evlat edinmek isteseydi,
yarattıklarından dilediğini seçerdi.
Fakat O, evlat edinmekten de,
her türlü noksanlıktan da yücedir.
O, her şeyi kudretine boyun eğdiren
tek bir Allah’tır. (2)
O, sizi bir tek nefisten yarattı,
ondan da eşini var etti.
Sizin faydalanmanız için hayvanlardan
sekiz çift meydana getirdi.
O sizi analarınızın karnında
üç karanlık içinde,
bir yaratıştan diğerine geçirerek yaratıyor.
Rabbiniz olan Allah işte budur.
Bütün kâinatın mutlak mülkiyet ve hâkimiyeti
O’na aittir.
O’ndan başka ilâh yoktur.
Böyle iken, nasıl oluyor da
O’na kulluktan yüz çeviriyor,
yanlış yollara sürükleniyorsunuz? (3)
Bu kitap,
kudreti dâimâ üstün gelen
ve her şeyi hakkiyle bilen
Allah tarafından
parça parça indirilmektedir. (4)
O gün
bütün insanlar kabirlerinden çıkıp
Allah’ın huzuruna varacak.
Onlarla ilgili hiçbir şey
Allah’a gizli kalmayacak.
Allah:
“Bu gün mutlak mülkiyet ve hâkimiyet kimindir?”
diye soracak.
Kimse cevap veremeyecek de
yine kendisi:
“Tek olan,
her şeyi kudretine boyun eğdiren Allah’ın!”
buyuracak.(5)
İşte Rabbiniz olan Allah budur.
O, her şeyin yaratıcısıdır.
O’ndan başka ilâh yoktur.
Öyleyse nasıl oluyor da
O’ndan yüz çevirip
yanlış yollara düşüyorsunuz? (6)
O ezelî ve ebedî hayat sahibidir.
O’ndan başka ilâh yoktur.
Öyleyse
her türlü şirk ve gösterişten uzak durup
ibâdet ve taati yalnız Allah’a has kılarak
O’na yalvarın!
Bütün övgüler ve yücelikler
Âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.(7)
Allah,
gökte de yegâne ilâh
yerde de yegâne ilâhtır.
O, her hükmü ve işi
hikmetli ve sağlam olan,
her şeyi hakkiyle bilendir. (9)
O’ndan başka ilâh yoktur.
O diriltir ve öldürür.
Sizin de Rabbiniz,
gelip geçmiş atalarınızın da Rabbi O’dur. (10)
O Allah ki,
O’ndan başka ilâh yoktur!
Duyuların algı sahası dışında kalan şeyleri de,
duyuların algı sahasına giren şeyleri de bilir.
O, Rahmân’dır,
Rahîm’dir. (11)
O Allah ki,
O’ndan başka ilâh yoktur!
O Melik’tir,
Kuddûs’tür,
Selâm’dır,
Mü’min’dir,
Müheymin’dir,
Aziz’dir,
Cebbâr’dır,
Mütekebbir’dir.
Allah,
müşriklerin ortak koştukları şeylerden çok uzaktır,
yücedir. (12)
Allah ki,
O’ndan başka ilâh yoktur.
Mü’minler de ancak Allah’a dayanıp güvensinler! (13)
O,
doğunun da batının da Rabbidir.
O’ndan başka ilâh yoktur.
O halde
bütün işlerinde yalnız O’nu vekîl tut!
O’na güven ve sığın! (14)
1-Sâd / 66. Ayet 2-Zümer / 4. Ayet 3-Zümer / 6. Ayet 4-Mü’min / 2. Ayet 5-Mü’min / 16. Ayet 6-Mü’min / 62. Ayet 7-Mü’min / 65. Ayet 8-Fussilet / 6. Ayet 9-Zuhruf / 84. Ayet 10-Duhân / 8. Ayet 11-Haşr / 22. Ayet 12-Haşr / 23. Ayet 13-Teğabün / 13. Ayet 14-Müzzemmil / 9. Ayet 15-İhlâs / 1. Ayet