0
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
1135
Okunma

ant içiyorum bu gece ünlü balkonumdan
bir başkaları için meşhur olması önemsiz
yasla sırtını ince kırıklıklarıyla şu köşeye
sokak ıslak banyo fayansları gibi,
çıkabilirim koşarak ardından yorgun olmasam
eğer dönmemiş olsan gittiğin sokağın ucundan
bir başka sonbahar daha tasarlanabilir
yaprakları turuncu, gövdesi siyah bir ağaca
tövbe ederek dokunduğumuz dışlanabilir taraflı
tahta bir el sokulur ansızın bilinçsiz sırtıma doğru
ellerini çeker metreler ötelerden sakince
yüreğine doğru inen asansörde bir an
hangi katta olduğunu unutup düşerken
ve niye durduğunu bilemeden anlarsın
saklamak isterim günün en beyazını gözlerinden
bir renk olsaydı tadı olmalıydı önce süresiz
izleri hadsizce bilinir bu yörede tükenişlerinin
tükenmekteyim dersin, hızla batan sandal
nerede dursam fark edilmem orada bir yerde
masum da değilim, bir o kadar da akışkan
bildiğim günahlardan da sorgulanırım yine
sen yine bir tren beklersin seneler öncesinden
doyasıya dolan, dolanasıya doyan bir koltuk seç
ve otur kimsesiz yanıbaşıma diye fısıldarım
duymazsın mümkün olduğu kadar da sessizdir
kıçıkırık bir ses tohumu sokulur koltukaltına
yanaklarını şişiren merhaba öncelikle mat kuru
bir çiçeğin ölmeden önceki son ricasıdır su’dan
nihayet şüphe etmiyorum, mutsuzlukta bir icat
bazen güzel olan için reçetenin en acı ilacı sayılır
bazen de gözlerinden hayatı çaldığını düşünür de
mutlulukta bir icattır diye bağırmayı arzularım
duyamazsın buradan, balkon hayli uzak sana
ve soğuk böyle tek penye katı dışarıda olursan
ilgisiz de ayrıca türlü maskelerin ardından
bir imparatorluktan ganimet toplamışçasına
bir poşet dolusu maske getirirsin düşünmeden
seç dersin, istediğin gibi bir maske takalım
her şeyi unutalım, herkes bizi unutsun bir daha
bu sefer çıkış kapısından ilk önce ben çıkmalıyım
sen de gitmelisin, gideceksin,
buna en layık sensin
mutsuzluk tiradının gizli çiçeği
adın olarak fısıldanmalı
hâlâ gözlerin canlı bir ruh,
ateşin yanıyorken;
hata durup da seyretmen
güzel günlerin gelme ihtimalini
bir sokak köpeği kadar aç, suskun
ve yorgun bedenim
mor tentenin altında
tüylerimi okşayan rüzgarı tanımalı
bak diyorsun ne çok masken oldu şimdi, anlat haydi
bir imparatorluğun hırsızıyım bilinmeyen, üç daldan biri
hangi dalı konuşsak kaç mutsuzluk buluruz ki
her biri kendi içinde haklı hikayesinde
ve yaralı
kolları tutmayan, omuzları tutuk
artık ayakları sürgün
aynı şehrin üç dalında, bir kuru ağaç inanırım görmeden
anlatmadan sen
yine şikayet etmeden eskiden
adresini şaşırmış bir hediye gibi uzandığında ellerin
ıslak eldiven içinde karara bağlanmıştır kış
sen acılarından soyunmaya başladığında sıyrılır nakış
bir acı tebessümle kalıverir
sıkıldığın aynı bakış
nereye çevirsem
bozkırın tınısıyla serseri ışıklar
çarpıverir doyumsuz danslarıyla yüzündeki batçıklara
bir damla yaşın konakladığını
biliriz bir zamanlar
dilimin en küçük aralığında sarılırsın
aynı soğuğa
kelimelerim ağrı’dandır,
ağrı’ dan bir dağ tüllenir trene
bıçak gibi keser son sözünü
hep aynı acı ıslık
vuslata çağırdığı gün ölüm olursa
mizahi bile sayılabilir
ve sen, her zamanki gibi sen
beğenmezsin bunu da
daha iyilerini hazır tuttuğun
bakkal defteri avucunda
karakalemle çizilir adlar,
unutulmaz bir inatla yine
geç kaldığım bazı kutlamalar için
hediyeler alacağım
hiç de gücenmem dokundurmalardan, alışığımdır
hayatın aşağıladığı kaldırım kenarlarında değil de
artık cadde ortasında
yürüdüğüm olur, küfürler duyarım
aldırış etmem, sen de etmezsin,
en çok beni üzersin
ne ellerinle,
ne kısık ateşiyle yanan gözlerinle
mecburen bir dildir bu,
imparatorluğun son çağında
tahtın yıkılıp, bertaraf olmadan önce
son yıllarında
onlarca maskeden birini seç,
öyle görün dersin
diplomasi ince ince işler dilinin tarihçesinde
şiirler dökülür dizlerimden,
ben tahta bir masada yalnız
yalnız bu nasıl da alışkın olduğumu
en iyi sen bilirsin
bilirsin de yine eskiden bir isim belirir defterin ortasında
üstü çizik, hırpani,
karalanmış bir isim kadar güzel
ve şehirli değilimdir sınırların içerisinde asırlardır
bir dildir, mecburi, yüzü asık ve ciddi,
alfabesiz bir dil
anlarım kazara tükenen
umutları çizerken her mil
bir kedi ağaca çıkar,
siyaha boyanmış yeryüzüm
fakat bu da bir ihtimaldi,
ay düşmeliydi tavandan
umurların satılamadığı edebiyat köşelerinde meze
layık olduğu hinliğiyle her kadeh
acıya dökülürken
yaprakları dökülen bir anne
duasının kabul saatinde
alıkoyar kötülüğü ölmeden yine
birkaç sefer
renkler daha bir siyahtır,
anne olabildiğince renk
en büyük hatalarından kaçabilen yaşlar
boğulur su’da
nasıl da mutludur oysa kedi,
illa da siyah, illa lila
galiba son bir kez daha utanman gerekiyorsa benden
imzasını attığın yerden
tutuklanır hürsesi balkonda
son kez dokunur parmakucum
lambanın soğuk anahtarına
odayı kaplar fırça darbelerinden sızan renkler
ne soğuk bir tutkudur,
fırçada yaşayan rengin kaderi
gözlerinde ateş sarılır yaralarına
ağırdır, tutamazsın
her yatağına kaçışlarda
yeniden bir imparatorluk yıkılır
duymazsın teneke müzisyenlerini
sırtın tatlı bir kokuyla serilir çarşafa
kokunu alırım balkonun her adımında
soğursun olabildiğince,
ısınmak isterken kalbin soğur hızla
karlı bir toprak kadar beyazdır artık
yüzün gecenin en kuytu anında
merhaba fleur d’ avri,
bu kaçıncı soluşun gözlerimin önünde?
5.0
100% (5)