7
Yorum
39
Beğeni
5,0
Puan
1740
Okunma


ilgimi çekmiyor, ilgimi
ilgimi kaybedeli çok oldu
aslında ilgimi ve dahi demek istiyordum
ukala sustasında birkaç kelam edip
ayrılan kim varsa armağan ulunmalıydı
bir şey vardı
kuru eller, basit eski yeşil palto, saçlar
üşüyen pantolondan başka bir şey
bir kadın;
uzun, upuzun bir yüzü, burnu, ağzı
ben olmadan önce vardı
dün İstanbul’du
ben onu yorgun ve pasaklı bildim
yakışırdı arasokakların karanlığı
şarabını döküp yumuşak göğsüne
sokak sokak dolaştığını söylemişti
hava sıcak olmalıydı, mevsim yaz
insanlar onu o halde görmüşlerdi
ne ilkti şarabını göğsüne döken
ne de son olacaktı kırmızıya boyanmış
yürüdükçe utandı, utandıkça ayıldı
bir asır önce geçmiş gibi anlatırdı
başına gelmiş ne varsa; önce adamlar kıllı
sonra şiir türkü, yaşından büyük sevdalar
mikrofon tutan kirli mi kirli eller
dudak bile kabul etmiyordu güzel olanı
tükürür gibi küfretti, küfreder gibi sevdi
elleri kuruydu
saçları uzun, upuzundu
biliyordum, o gün İstanbul’du
kısa zamanda görüşmek üzere ayrıldık
iskelede onlarca insan arasında bir ben
bir de gitarcı komik kaçıyordu
yadırganası bir yüz benimdi cama akseden
bir de gitarcı
gitarcı yine de çalıp söylemeyi öğrenmişti
vapur gitarcının ağlak sesiyle yol alıyordu
deniz tuzlu mu tuzlu, yağmur ha yağacak
mutsuzluğu yaşayacaksın geçiyordu şarkıda
bir benim sesim kısıldı, bir gitarcının
bir şişe şarap parası toplayamadı şapkası
şikayet etmeden indi herkes,
önce ben indim
ben terk ettim onu
kuru ellerini, uzun, upuzun saçlarını
eski yeşil paltolu,
yumuşak göğsünde üzüm ezmiş kadını
sonra ne denirdi?
harflerin sırasını unutsam da bir harf
başka üç harf bulup nefes aldı
hatırladım da, hatırlarım da
İstanbul’du, uzundu
büyük ünlüye uymaz, şımarıktı
jiletle ayırdım parmaklarını
onlarda uzun, her şey yavaş yavaş uzadı
kan doldu sinir uçlarına
günün her bir saati haber alınmış
ela gözler şuh bir kahredici gülüşü
uzun kahverengi bir paltonun iç cebine
fark etmeden, kendisi bile bilmeden
sıkıştırıp gözden kayboldu
bir öykü okuduk giderken
bir romanı aylarca okşadı
’herkes gibi safa bey’ aramızdaydı
sonya bir o kadar da nazik sayılırdı
bir müzik şehirleri, denizleri sardı
aramızdaydı, ilgimi kaybetmeden az önce
yaşıyordu çocuklar ölmeden
bahçede turuncu mısır adamlar
balkabağına dönüşen nezaket ziyareti
çok yakından tanıyordum bu lehçeyi
ilgiyle son nefesini çekip bırakırken
iyi dileklerle son buluyordu novella
o günden sonra geriye kalan her neyse
dün, gün veyahut ölüm
daha iyi olmayı beceremedi gönlüm
gün be gün nefes alan harflerin
kuruyan yapraklar misali yitişini seyrettim
yeniden doğmak ilticadır diyen
mülteci kılıklı medeni hukuk soytarısı
basit eğlencelere meze Müzeyyen’di
ihtimal o ki, o günden sonra anladım
mutsuzluğu öğretendi, önce çok sevilen
o günden sonra geriye kalan
ne savaştı ne de ihsanı lakırdı barış
herkes gibi safa bey oldum sokak sokak
ne aradığımı bile bilmeden arıyordum
omzumda üç günlük hamamböceği
kaidesi istisna bir öpücüğü hayatın
cansız bir martıyı okşadım
bir kedi doyurdum akşamüstü
bir köpek seveyim dedim, kaçtı gerisin geri
bir kez daha seveyim dedim
bir kez daha seni seveyim
unutmadan önce son asır gözlerini
tasalı bakışlarından çıkarıp acıyı
unutmadan son dünya savaşı gibi yok edişini
bir kez daha sevmek için,
o gün İstanbul’da razı gelmişti buna
yakmadan sana alınmış tiyatro biletini
kırmadan uzun, upuzun sessizliğini
incitmeden dalı, gülü...
ah ne diyorum, komik oluyorum
krematoryum inşaa ettikleri gün memlekette
hâlâ unutmamışsan herkes gibi safa beyi
ve aklındaysa romanın kalınca ilk cildi
savaşmadan, barışmadan
ilgimi kaybedeli beni
asla hatırlama ilk gün gibi
bugün İstanbul,
kahretsin ki hâlâ çok güzelsin
şarabı, parmakları,
yumuşak göğsünde uzanmış
üzüm koparan çocukları
çoktandır yazmadım sana ait olanı
söz veriyorum şu konuda
ne küfreder ne de tükürürüm
adınla başladığım sevdayı
herkes gibi ben,
beyi birazcık uzun kalıyordu
5.0
100% (14)