2
Yorum
7
Beğeni
0,0
Puan
2311
Okunma
Yalnızım…
Suretin, duvarlarda unutulmuş bir akşam gibi
yavaş yavaş çekiliyor benden.
Zaman ölü;
gölgem, sensizliğin kucağında üşüyor.
Anılar…
Vedanın buğusuna abanmış sarhoş kuşlar,
hepsi sürgüne gönderilmiş bir hayalin
kırık kanadı.
Hava keskin:
hüzün sokakları üşütüyor içimden.
Camlar sırtını dönmüş sessizliğe,
umuda dair ne varsa
zamanın avuçlarında eriyor.
Dalıp gidiyorum denizlere
kalbim, bir nefes eksik;
soluksuz aşklar ülkesinde
kendi kendine çarpıyor.
Şiirimin ışığı soluyor ağır ağır,
hürmetsiz duyguların kıyısında.
Sözler, mahzenlere kilitli çocuklar gibi
karanlığa küsmüş.
Gökyüzü bile daralmış;
mehtap usulca çekilmiş,
yıldızın parıltısı artık yüzüne değil
tenimdeki eski bir sızıya dokunuyor.
Ve ben…
ben kendimi kaybettim yüzümün en kuytu yerinde.
Kalemimin ucunda eski bir rüzgâr,
bir zamanlar masal olan sevgimizden
koparıyor sayfaları.
Kışın tam ortasında
mutluluğun içinden ince bir hüzün sızıyor.
Huzurum, isyanın koynunda uyuyakalmış;
küsmüş bir çocuk gibi
kendi gölgesini avutmaya çalışıyor.
Gamzene tutunan düşlerim vardı…
Titredim gecelerde, serçeler gibi.
Ateşin avuçları vardı o karanlıkta,
ben onlara sürtüne sürtüne yandım.
Bir yanın, dikenli bir gülün gövdesi;
öte yanın, taptaze bir acının çıplak nefesi.
Ve ben hâlâ
sancısındayım senin.
Aşkın gözyaşında
dünü kaybettim.
Yarın mı?
Bilinmezliğin ince kıyısında duruyor,
bana bakmadan.
Ve ben hâlâ…
muğlak bir cümlenin içinde saklıyım,
adı sen olan.
Taha Bilal Mustafa Kekeç