2
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
3602
Okunma

YALNIZ ÖLÜM
Lacivert bir deniz
ve saldırga
ve hışırdayan dalga köpükleri,
tırmalıyor imgemdeki mavi düşleri.
Bir hamle daha,
daha bir hamle yapmak
ve tekrar tekrar saldırmak için çekiliyor geri.
Hava kararmak üzere;
uçuşan birkaç martı,
belki de ölümün habercisi.
Karşı kıyıda bir deniz feneri,
yanıp sönen cılız ışıklarıyla ürpertiyor içimi.
İyi ki arkamı yasladığım koca bir kaya var.
Önümde uzayıp giden ufuk çizgisi,
arkasında batan güneş adeta cennet misali.
Hay aksi, yine kasvet çöktü.
Gökyüzünden hüzün yağacak gibi;
az önce başımın üstünde dolaşan bulutlar aniden karardı.
Dalgalar da dindi,
kâinat ölüm sessizliğine büründü.
Martılar çığlık çığlığa “sus” diyor.
Ve Tanrı,
adeta bir maestro;
deniz,
gök
ve ufuk çizgisi evrenin en güzel senfonisi.
Deniz,
ufuk çizgisi arkasında söndürür söndürmez yanan güneşi,
bulutların ardında belirdi bir aceleci yıldız.
Hele Türk’ün vazgeçilmez hilali yok mu,
dalgalarla dans etmeye başladı.
Özlemden olsa gerek,
duygulandım bir an;
yanaklarımda hissettiğim birkaç damla yaş,
sızarak karıştı dalgalara.
Sinsice esen o rüzgâra ne demeli?
Yağmur mu yağıyordu,
yoksa deniz mi kamçılıyordu kayalıkları, bilemedim.
Ne fark eder ki zaten?
Yanaklarımı ıslatan ha yağmur damlası,
ha rüzgârın dalgalardan kaçırdığı bir katre…
Islanıyorum ya,
sana ıslaklığım gibi.
İyi ki sırtımı yasladığım sen gibi bir kaya var.
Düşledim düşleyeli imgemde dolaşan senleri,
yokluyorum her zaman olduğu gibi;
şimdi uzaklarda ne yapıyor,
nasıl yaşıyor,
mutlu mudur diye yarım asra yakındır hep sorguluyorum.
Bazen kulağım çınlıyor;
ardı arkası kesilmeyen bir uğultu,
gaipten bir ses;
“Yeterince ıslandın,
bırak bu ütopik düşleri,
hadi imgene geri dön,” diyor.
Aldırmadan kulak çınlamalarına,
eşlik ediyorum rüzgârın ıslığına
ve bir ağıt yakıyorum ki,
dayanamıyor deniz;
kabararak dalgaları dövüyor sırtımı yasladığım kayalıkları.
İyi ki martılar gitmiş;
en azından görmedi bu miskin hâlimi.
Hilalim de yorgun,
etmiyor dalgalarla dans.
Yoksa imgemde sancak mı düştü?
O aceleci yıldız,
tam da uzatmıştım dilekler tutmak için elimi;
öyle bir kayıp gitti ki avuçlarımdan,
sanki musallat olacakmışım gibi.
Eyvah,
geceyi ne çabuk tüketmişim.
Geçip giden zaman nasıl da etkilemiş kaderimi.
Az sonra güneş tekrar doğduğunda,
yeni bir hayata başlamış gibi seni unutmaya çalışacağım.
Dur canım dur,
hemencecik alınma.
Unutmak dediysem,
öylesine çıktı ağzımdan.
Bilirsin,
seni hissetmek;
nasılsın, kiminlesin,
mutlu musun diye düşünmek gündelik alışkanlıklarımın bir parçası.
Elbette dahası var;
geceler boyu seni düşlerken kirpik diplerim de yanıyor bazen.
Bak,
şimdi de yanmaya başladı;
uykum geldi galiba.
Ne, senden kaçmak mı?
Asla!
Onu demek istemedim.
Henüz doymadım,
doyamadım ki senli düşlere.
Yani demem o ki,
başucumda duran sensiz bir yaşamın farkına ne zaman vardım,
işte o zaman kendime küfrettim,
kendimi ayıpladım ve ahdettim;
hayatımın kalan kısmını sana adayacağım
ya da sensiz ölümün bir yolunu bulacağım.
Şimdi gitmeliyim.
Artık hava iyice aydınlandı.
Gece boyu sahilde,
üstüm başım sen içinde kaldı;
ağır adımlarla döneyim sensizlikle örülü dört duvar arasına.
Şansım varsa yolda karşılaşırım belki eczacı şair Sami’yle,
muhasebeci Cumhur’la
ya da birkaç adam gibi sevmesini bilenle.
Ola ki sevmesini bilmeyen,
samimiyetsiz biri çıkar karşıma;
var ya,
lanetler yağdırarak gökyüzünden,
dönerim az önce ayrıldığım düşlere
ve başlarım kaldığım yerden hayaller kurmaya.
Öf be,
amma da sıktı iç hesaplaşmaların;
sanki derdini dalgalar anlayacak da derman bulacak.
Hadi kalk,
kalk da bir an önce cehennemine git.
Zaten gece boyu sahilde yanaklarından iyotlar sızdı;
kirpik diplerin alev alev yanmakta.
Git de gömül yastığına.
Sahilde kurduğun bütün hayalleri şifreleyip,
iç huzuruyla,
koca bir çoklukta yalnız öl.
Efkan ÖTGÜN
5.0
100% (5)