23
Yorum
57
Beğeni
0,0
Puan
1587
Okunma
ızdırabından buruş buruş olmuş içimdeki şehrin toprağı..
hayat,
annenin yaktığı soba başında ısınıp
buğulanan camı avuçlarına aldığın kazağınla silerek
dışarıda yağan karı izlemek değilmiş meğer..
babanın derme çatma çıtalardan çaktığı
ve gökyüzü zannedilen boşluğa uçurduğun uçurtma da değilmiş..
hayat,
sapanla kırılan lambasına rağmen
dar sokaklardan taşan mutluluğu için,
geniş coğrafyalarda yalın ayak kalmış çocukların
kanaması durmayan yaralarına akıttığı gözyaşıymış..
"evimiz annem kokarken, dünyayı pembenin en uç noktasında görmek acı veriyor şimdi.. "
...
köhne bir gecenin sabahında
yine cevapsız sorular kuşatıyor benliğimi
avaz avaz suskunluk bağrımda taş oldu, bilmiyorsun...
ah be çocuk,
ne vardı sanki gömülmeden yaşamayı öğrenseydik..
k/ayıplarımıza sırtımızı dönmek yerine
kolları sıvayıp
ölen insanlığımızı kara topraktan çıkarsaydık..
söyle,
yakışmaz mıydı beyaz gelinlik geleceğimizin üstüne ?
ama yapma böyle, utanma çocuk
ellerinle kapatma yüzünü..
görsün herkes yüzündeki isimleri unutulmuş ölüleri..
kopacağı varsa kopsun kıyamet
bir annenin göğsünden koparılan bebeğin dudaklarında..
o dudaklardan süt yerine kan akıyorsa
varsın olmasın böyle bir dünya..
ağlama sen ve korkma çocuk..
say ki,
her an
bir uçurumdan yuvarlanacakmış gibi imtihan ediliyoruz..
üzerimizde dolaşan da yağmur bulutları değil belki
lakin,
görülmeyeni gören
duyulmayanı duyan biri var..
O ki,
"ol" der ve olur topraktan bir can
"dur" der ve...
emel güneysu