49
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2581
Okunma
ELİNDEN NE GELİYORSA YAP
Lüleburgaz…1993 yılları ülkemde terör en üst noktada. Günlerce mesaide kaldığımız ayağımızdaki postalları çıkaramadığımız haftalarca banyo yapamadığımız o kara günler.
Şehit cenazeleri, törenler, evlatlarını son yolculuğa uğurlayan anaların, eşlerin, evlat ve bacıların feryatları günlerce içimizden çıkmazdı. Moralim bozuk tarifi mümkün olmayan yorgunluk içindeyim. Bir gün Komutan beni çağırdı.
“Buyurun komutanım beni emretmişsiniz”
“Tacettin bu çocuk senin bölüğünde görev yapacak”
“Emredersiniz komutanım”
Belli torpilli… Yakışıklı, bakımlı, güler yüzlü, hareketli biri, bölüğün günlük işleriyle uğraşırken pek gözükmezdi. Bölüğe geleli iki ay olmuştu.
Odamdaki şehirlerarası telefondan hep bu çocuk aranır. Her hafta sonu çarşı iznine çıkar. Ziyaretçisi eksik olmazdı.
Her gün birliğe anası babası enişteleri ablaları gelir. Pastalar tatlılar, çikolatalar, sigaralar getirir. Halil de bunları arkadaşlarına dağıtır hep beraber yerlerdi.
Bölük çavuşumu çağırdım.
“ihsan, Halil nasıl biri”
“ Komutanım Malatyalı çok zengin bir ailenin tek oğlu, ama İstanbul’da oturuyor. Dört evli kız kardeşi var. Üniversite terk, bir dediği iki olmuyor. Her gün bir eniştesi ablasıyla geliyor. Ziyaret ediyorlar. Eli çok açık bölükte sevmeyen yok. Çok kişiye harçlık bile veriyor. Yatağını Hasan yapar. Postallarını Mehmet boyar. Nöbetini de çoğu kişi gönüllü tutar. Kimseyi kırmaz severiz onu.
“Tabi seversiniz keratalar, çocuk sizin pastaneniz, marketiniz
Olmuş.”
“Şimdi bana Halil’i çağır.”
Güleç yüzüyle içeri girdi.
“Halil bu pazar nöbetçiyim. Şehir iznine çıkmayacaksın, Ailene haber ver hepsi buraya gelsin. Bütün işlerini para vererek yaptırıyormuşsun. Hiçte hoş değil…
Şaşırıp kalmıştı.
“Emredersiniz komutanım” diyerek dışarı çıktı.
Pazar günü nöbeti teslim aldım. Gerekli talimatları verip
Dershane de toplanan Halil’in ailesi ile konuşmaya gideceğim. Birlik oto parkında beş lüks araç duruyor. Belli ki hepsi gelmiş.
Çok güzel giyinmişler. Zengin oldukları hemen göze çarpıyor. Hepsinin ellerinde süslü hediye paketleri var. Tanışma faslı kısa sürdü. Bir an evvel konuya girdim.
“Hepiniz hoş geldiniz. Oğlunuz Halil’i çok sevdiğinizi biliyorum. Bende çok seviyorum. Temiz biri, yalnız aşırı düşkünlüğünüz beni rahatsız ediyor.
Büyümemiş gibi davranıyorsunuz. Her gün telefon ve ziyaretlerinizden hoşnut değilim. Bundan sonra Halil şehir iznine çıkmayacak. Her gün sizlerle telefon konuşması yapmayacak. Birlik önüne gelip arabayla götürmeyeceksiniz. Pasta, börek, çikolata getirmeyeceksiniz. Halil sende yatağını kendin yapıp ayakkabılarını boyayıp, nöbetlerini tutacaksın kimseye harçlık vermeyeceksin.
Bak ailenin yanında söylüyorum. Bu konuşmayı bir daha tekrarlamayacağım. Şimdi hepsini yolcu et hediyeleri de götürsünler. Zahmetleriniz için teşekkür ederim. Güle, güle…
Konuşmam soğuk duş etkisi yapmıştı. Hepsi şaşkınlıkla birbirine bakıyordu. Küçük damat heyecanlı bir şekilde:
“Bunları yapmaya gücün yetmez astsubayım.”
“ Bak beyefendi ben gerekli konuşmayı yaptım. Bu bir güç meselesi değil, burası benim sorumluluğumda bunu sizinle tartışmayacağım. Lütfen birbirimizi germeyelim.”
“Neden ki? Ne oluyor? Geleceğiz de, getireceğiz de sana ne zararı var ki?
“ Bana zararı olamaz. Her gün ziyaretiniz, hiç ziyaretçisi gelmeyen binlerce askerin moralini bozar. Devamlı hediyeler, hiç parası gelmeyen fakir çocukların moralini bozar. Burada yalnız Halil yok sekiz bin Halil var. Lütfen uzatmayalım.”
Damat havasında, sinirli bir şekilde birazda yüksek ve alaycı sesle:
“Seninle görüşeceğiz komutan Bu iş burada bitmeyecek”
“Bak kardeşim sen daha konuşmayı bile beceremiyorsun belliki kayınpederine yaranmak için bana dalaşıyorsun. Elinden geleni ardına koyma. Eğer ısıracaksan dişlerini gösterme. Konuşmanı da kes, zorluyorsun beni”
Ortam tatsızlaştı. Bir sessizlik oldu. Hemen dershaneyi terk ettim.
Hızlı, hızlı yürürken, babasının bağırmasıyla geriye döndüm.
“Komutan getirdiklerimizi bıraksaydık bari”
“Hayır, hepsini geri götüreceksiniz”
O, günden sonra konuyu Halil’e hiç açmadım. Gözüm üzerindeydi. Oda anlamış olacak ki hiç açık vermiyor.
Her tarafa koşturuyor. Verilen her görevi eksiksiz yerine getiriyor. Nöbetlerinde tam tekmil, yatağını örnek olarak yapıyor.
Ayakkabılarını da her zaman boyuyordu. Telefonlarla da konuşmuyor. Ziyaretçisi gelmiyordu. Disiplinli, kusursuz biriydi. Bir alt devresi gelmiş. Kıdemli asker olmuştu.
Görev gereği konuşmanın haricinde Halil ile hiç sohbet etmedim. Üç ay geçmiş. Altı aylık asker olmuştu. Bir gün odama çağırttım. Tam bir asker, esas duruşla içeri girip tekmilini verdi.
“Yetmiş ikiye bir Malatya Osman oğlu Halil budak emret komutanım”
“Halil seni İstanbul’a görevli göndereceğim. Evinde kalacaksın. Hazırlığını yap üç gün sonra gelirsin. Birinci ordu komutanlığında bize tahsis edilen bilgisayarların programlarını alıp geleceksin yalnız otobüsle gidip otobüsle döneceksin. Topkapı otogarda dolmuşlara binip vapurla hareme geçer Selimiye’ye gidip aynı şekilde geri geleceksin. Özel araç yok gelince masraflarını alırsın.”
“Emredersiniz komutanım” derken çok sevinçliydi.
Görevi eksiksiz yerine getiren Halil bölüğün örnek askerlerindendi.
Bazen bitirdiği bir görevin dönüşünde dinlenmeye fırsat vermeden!
Daha ağır olan ikinci bir görevi verirdim. Çok yetenekli olduğu için hiç imtina etmez beklediğimden daha da güzel yapardı. Ne telefonda arayanı nede ziyaretçisi geliyordu. Eski Halil gitmiş. Çakı gibi biri gelmişti.
Sayılı günler çabuk geçer.
Teskere zamanı gelince Halil’e:
“ Senin tezkereni almağa küçük eniştenle baban gelecek haber ver”
“Başüstüne komutanım”
Bölük coşku içinde, tüm erler sivillerini giymiş. Teskerelerini bekliyor. Odamda Halil, babası, küçük eniştesi ve ablası var. Eniştesiyle tokalaşırken mahcubiyeti yüzünden okunuyordu. Yavaş sesle:
“Ben o gün hatalıydım. Komutan, sizin o tavrınızı küçümsedim. Özür diliyorum. Şu an çok mahcubum”
Derken yüzü kızarmış birazda utanmıştı. Babasıyla tokalaşırken beni kendisine çekerek öptü.
“Komutan seni araştırdım. Çok sevilen birisin inanırmısın oğlum bile seni benden çok seviyor. Halil dört kızımdan sonra oldu. O,benim yıldızım geleceğim. Doğduğu günden beri bir dediğini iki etmedim. Soyadımı sürdürecek kişi, ailece üzerine titrer her istediği yerine getiririz. Ama yanlış yapmışız. Halil, çok değişti. Bunda emeğin çok Allah senden razı olsun.”
“Amca bu benim görevim. Sen zaten Halile gerekli torpili bulup İstanbul’un bir semti gibi olan Lüleburgaz’a getirtmişsin. Birde burada ayrıcalığı olursa yanlış devam ederdi.
Benim tarzım bu, benim için tüm erler Halil’dir.
Zenginliği kendisine, Halil burada hayatı öğrendi. Yoksulları gördü.
Otobüslere, dolmuşlara bindi. Duraklarda bekledi. Herkes gibi uykusuz kaldı. Karavanadan yedi. Eğitimlere çıktı. Nöbetlerini tuttu. Hasretlik çekti. Bunları yaşarken zenginliğinin işe yaramadığını gördü.
Hayatla yüzleşti. Kurbanlar kesilerek kınalar yakılarak sınıra gidip kahpe terör yüzünden, şehit olan, nice Koçyiğitleri gördü. Şunu bil ki amca, Halil pasta çikolata dağıtırken onu ilk defa tadan garibanları gördü. Devlet askerine iyi bakar.
Yirmi lira maaşları vardır. Onu bile harcamayıp memleketine gönderen fakirler gördü. İnsan olmayı, insanlığı öğrendi. Yaşadığı hayatı sorguladı.
Pahalı arabaların lüks yaşamın bolluğun çok kimselerde olmadığını gördü. En büyük ve kutsal sevginin vatan sevgisi olduğunu öğrendi.
Emanetini al… Teslim ettiğin gibi, hiçbir torpili olmadan, vatanı için nerede olursa olsun askerliğini yapan aslanlar gibi gelip, tahta tabutlarda teslim ettiğimiz oğulları için analara, babalara ne diyelim. Amca…
Bunları anlatırken çok rahatlamıştım. Konuşmamı bitirip vedalaşırken hepsinin de gözleri yaşlıydı.
Aradan birkaç yıl geçti. Bir gün:
Masamda duran mektupları karıştırırken adıma gelen bir zarfı açtığımda lüks bir düğün davetiyesi ile karşılaştım. Halil’in Çırağan otelde düğünü olacakmış. Beni de nikâh şahidi olarak görmek istiyordu.