74
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
6093
Okunma


GAFLET
Millet olarak nedense silahı çok severiz. Köyler de başlık parasının yanında oğlan evinden kız tarafı birde silah ister. Kardeş yolu diye, hemen, hemen her evde çoğu ruhsatsız silah bulunur. Zamanımızda silah sahibi olmak çok kolay. Çarşıda pazarda çoğu kimsenin bir güç simgesi olarak belinde taşıdığı çeşit, çeşit silahları hepimiz görüyoruz.
Asker olduğum için bir beylik birde zor alımdan sahip olduğum iki silahım var. Aldığım gibi duruyor. Nedense bir yılanı birde silahı hiç sevemedim.
Öyle meslektaşlarım var ki pijamaları üstündeyken belinde silahla dolaşırlardı. Çok rahatsız olur devamlı onlarla alay ederdim. Bazıları tatil günlerinde silahlarını temizler çocuklarıyla atış talimleri yaparlardı.
İki oğlumda silahı benim gibi sevmedi. Hiçbir zaman silaha gereksinme duymadım. Evde hanım nereye kaldırdıysa yerini bile bilmem. Ne sorar nede merak ederim.
Sene bin dokuz yüz yetmiş dört Kıbrıs barış harekậtı, alarm seviyesi en üst düzeyde. Devamlı mesaideyiz. Savaş teçhizatıyla donandık. Başımızda çelik miğfer belimizde silah elimizde çift şarjörlü makineli tüfek hem elimdekinden hem belimdekinden nefret ediyorum. Başımın belası bunlar, tüm nöbetçilere hakiki mermi dağıtılmış. Her an bir emirle intikallere gidebiliriz. Ailemizle helalleştik. Telefon görüşmesi yok gizliliğin son noktası.
Alarm seviyesi üst düzey, hazırlıklar tamam. Geceleri karartma var. Nöbet yerleri takviyeli, devriyeler parolasız kuş uçurtmuyor.
Endişe merak diz boyu, Erlerimiz coşkulu
Kıpır, kıpırlar rasgele bir şeyler uyduruyorlar. Biraz sonra uydurduklarına kendilerde inanıyordu. Nöbetçi subayıyım. Radyom devamlı açık, telsizler devrede. Haberler bitince Hasan Mutlucan’ın bariton sesiyle coşuyoruz.
“yinede şahlanıyor aman kolbaşının da yağız atları”
Birden santral binasından gelen silah sesiyle irkildim. Arkadaşıma dönerek şaşkın, şaşkın
“duydun mu?”
“evet”
Koşarak binadan içeri girdim. Aman Allah ım. Yer gök birbirine karışmış. Kıyamet kopmuştu. Put gibi duran üç asker ayakta. Yerde kanlar içinde yatan santralci askerim, duvarda et ve kemik parçaları, yerler kan gölü. Her taraf barut kokuyor. Nutkum tutuldu. Titreyen sesimle
“ne oldu çocuklar kim yaptı.”
Ses yok zaman durmuş. Sapsarı kaskatılar. Hepsi şokta facianın içindeyim. Çaresiz bir şekilde ne yaptığımı bilmeden oraya buraya gidip geliyorum. Boğazım kurudu. Sesim kısık.
Askerlerin ellerinden silahları aldım. Doktora ve komutana haber verdim. Askeri savcı geldi. Gece yarısına kadar soruşturmalar sürdü. Tatsız ve bitmeyen bir gece geçirdik. Hepimiz perişanız ki sorma.
Devriye gezerken santral binasına uğramışlar. Arkadaşı ile şakalaşırken. Silah birden ateş almış. Yaşamın durduğu an. Ölen askerimi morga diğerini askeri cezaevine götürdüler. Mahkemesi kısa sürdü. O sıralar çektiğim üzüntüyü, bir ben bilirim birde Allah.
Kasıt olmadığı için görevi ihmal ve ölüme sebebiyetten beş sene mahkumiyet cezası aldı. Ölen Merzifonlu Ahmet fakir bir ailenin çocuğu, temiz ve düzgün biriydi. Öldüren İstanbullu çok zengin bir ailenin tek çocuğu Cafer’di. Bu askerimde hayat dolu çok efendi biriydi.
Lüleburgaz da görev yaptığım yıllarda eşimle bir hafta sonu İstanbul Galleria da gezerken omzuma dokunan bir elle arkaya döndüm. Uzun boylu biri
“komutanım merhaba”
“merhaba”
dedim. Ama tanıyamadım. Şaşkınlıkla yüzüne bakarken zorlanıyorum. Nafile çıkaramadım.
“Komutanım ben Cafer İzmit te Kıbrıs barış harekatı olurken arkadaşını vuran Cafer”
Şaşırdım. Yıllar önce yaşadığım o acı olay aynı canlılığıyla gözlerimin önüne geldi.
“Evet hatırladım. Ama o bir kazaydı. Peki Cafer nasılsın”
“sağ olun komutanım iyiyim sizi buralarda görmek çok güzel bu gün benim konuğumsun hiç itiraz istemem. Ben sizi yıllardır arıyorum. İzmir’e tayin olduğunuzu duydum. Bir türlü ulaşamadım. İnanın şu an sizi görünce dünyanın en mutlu insanı oldum. Lütfen beni kırmayın benim misafirim olun komutanım.”
“Bak Cafer sağ ol biz biraz gezip akşam otobüsüyle döneceğiz.”
“Olmaz komutanım benim misafirimsin.”
Oda bende ısrar içindeydik. Eşim dayanamayıp tamam deyince rahatlamıştım.
Lüks arabasını şoförü kullanıyor. Cafer önde hanım ve ben arkada, Boğaziçi ne doğru ilerliyoruz. Araç telefonu ile eşini aradı.
“Çok önemli misafirlerimle geliyorum. Görüşürüz.”
Araba büyük bir yalının önünde durdu. Merak içinde
birbirimize bakarak içeri girdik.
İki adet mavi gözlü kanada kurdu, çok şık ve güzel bir bayan yanında çocuklarıyla gülerek bizleri karşıladı.
İki hizmetçi, Cafer’in elindeki paketleri alırken cenneti andıran bahçeden giderek büyük yüzme havuzunun önüne sıralanmış koltuklara oturduk.
Aman Allah’ım tüm güzellikler burada! Bahçe çok bakımlı, rengarenk çiçeklerle dolu, ağaçlarla bezenmiş, bahçeden mas mavi Boğaziçi tüm ihtişamıyla karşımızdaydı. Emsalsiz İstanbul dünyada bir eşin daha yok ki. Her köşesi muhteşem tablolar gibi.
Onun güzelliğini anlatmağa kelimeler aciz kalır.
Tanışma faslından sonra sohbetlere daldık. Eşim eşiyle yalıyı gezmeye çıktılar. Cafer viskilerimizi yeniledi. Sohbetimiz o uğursuz geceye geldi.
“Komutanım şu an çok rahatım. Sizi gördüm ya, olay olduğu günden bu güne kadar hiç yaşamadım. İşte gördüğün gibi çok zengin bir ailenin oğluyum. Evliyim iki erkek çocuğum var. Eşim çok iyi biri. Dünyanın tanıdığı ve pazarı bol olan halı işiyle uğraşıyorum. Tahmin edemediğinden daha da zenginim. Her şeyim var. Beni yıkan o uğursuz geceyi hiç unutamadım. Dünyanın en ünlü psikiyatrilerine en pahalı kliniklerine gittim. Tedavim için büyük servetler harcandı. O olay her gece kabusum oluyor. Uyuyamıyorum. Kazara vurduğum Merzifonlu Ahmet’in görüntüsü beni kahrediyor. Cezamı çektikten sonra babasının yanına gidip helallik aldım. Babası berber, dükkanını tefriş edip şehrin en güzel yerinden onlara bir daire aldım. İhtiyaçları kadar parayı devamlı gönderiyorum. Her sene birkaç aylığına buraya gelirler. Onlara Dünyayı gezdirdim. Beni çok sevdiler ve affettiler.
Babası bir gün
“ bak oğlum bizim kaderimiz böyleymiş. Yapacak bir şey yok. Allah bir oğlumu aldı. Ama seni verdi. Allah senden razı olsun Sana hakkımı helal ediyorum”dedi.
Ama ben hala kendimi affetmiyorum. Elimdeki silahı almasaydın aynı silahla intihar edecektim. Bu günleri size borçluyum. Emeğiniz bende çok. Çocuklarımın adına onun ismini verdim. İkiz doğdular birinin adını Ahmet Armağan diğeri Ahmet Yadigậr.
O günden beri elime hiç silah almadım. Fabrikamda güvenlikçilerin ve korumalarımın da silahı yok. Bir anlık gaflet bir anlık hata yıllarıma mal oldu. İçim hala bomboş yangınlarım hiç sönmüyor. Zamanı geriye çevirmek olsaydı tüm servetimi verirdim. Ahmet bir kere öldü. Ben her gün ölüyorum. Söyle komutanım daha neler yapayım.”
Cafer tüm duygularını aktarırken arada bir gözünden süzülen yaşlara mani olamıyor. Sesi bazen titriyordu. Çivilenip kalmış. Pür dikkat dinlemiştim. Bu asil yüreği taktir etmemek elde değildi. Olmamasını istediği bir olayı yaşamış yıllar geçmesine rağmen hiç unutamamıştı. Eğer bir diyet borcuysa ödemiş ve ödeme yede devam ediyordu. Yanına gidip sarıldım. tokalaşırken elimde bir eksiklik hissettim. Sağ elim sağ elini kavramıştı. Bıraktıktan sonra işaret parmağının olmadığını fark ettim.
“hayrola Cafer bir kazamı geçirdin”
“ hayır komutanım tutuklandığım günün sabahında hapishanede berber beni tıraş ederken masanın üstünde duran makasla ben kestim. Çünkü o parmağım tetiğe dokunmuştu.”