9
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1823
Okunma


Efsanelerin gerçeklerle ne kadar ilgisi var bilinmez ama nesilden nesile söylenegelerek gerçeğin bir parçası oluverirler.Bu durum bulutların arasında yaşayan tüm tanrı ve tanrıçalar diğer tüm doğa üstü yaratıklar ve tabiki troller içinde geçerlidir.Birazdan anlatacağım hikayede kimilerine göre gerçeğin ta kendisi kimilerine göre ise şimdiye kadar dinlediğimiz güzel ve çirkin masalları serisine eklenecek yeni ve belkide günümüz için daha gerçekci bir yorumu diye düşünülebilir.
O dişi bir dağ trolüydü.Tükenmeye yüz tutmuş neslinin kalan son trollerindendi.Eskiden akrabalarının daha kuzeyde, insanların henüz girmediği ormanlarda yaşadığına dair haberler alırdı.Kaç yıldır bu haberlerinde kesildiğini düşünürsek belkide yaşayan tek trol bile olabilirdi.Bu aslında o kadar da kötü değildi.Atalarının geçmişi kan ve savaşlarla anılıyordu ve insanların neden trollerden ölesiye nefret ettiklerini de anlayabiliyordu.Gerçi insanlarında pek insanca davrandığı söylenemesede yinede o insanlardan nefret etmiyor ve onlar tarafından korkulan bir yaratık olarak görülmek istemediğinden güney ormanlarının kuyutunda, mağarasında insanlardan uzak yaşamına devam ediyordu.
Dişine tek insan eti değmemişti, doğasına aykırı bir troldü yaşamak için zorunlu olmasa hayvanları bile avlayıp yiyemeyecek tuhaf bir merhamet duygusuna sahipti.Daha anlamlandıramadığı bir çok hissin ise henüz farkında değildi.Gündüzleri genellikle mağarasından çıkmaz geceleri ise avlanmak için ormana giderdi.
Günlerden bir gün yine kendi yaptığı,ucu sivri, avının canını yakmadan tek atışta öldürecek kadar kuvvetli mızrağını eline alıp, heybesinide omuzlanıp koşarcasına yürüyerek ormana avlanmaya gitmişti.İnsan hızı ile pekala koşmak denebilirdi bir trolün ağır aksak adımlarına ki O pek yavaş yürümeyide sevmezdi.Kış arefesi ormanda yiyecek hayvan bulmak zorlaşırdı.O günde sanki tüm hayvanlar ormanı terk etmişti.Minik sincaplar, sürüngenler ve kuşlardan başka midesini dolduracak esas bir yemeğede rastlayamamanın hüznüyle heybesine attığı birkaç küçük hayvanla birlikte evine dönmek için her zamanki ayışığı patikasından evine doğru yürümeye başladı.
Gecenin bu saati onun için günün en güzel saatleriydi.Gökyüzündeki binlerce yıldız ve ay ışığının arkadaşlığını seviyordu.Kendini fazla kaptırmış olmalı ki yolun kenarında baygın yatan ve kokusunu çok net aldığı bir insanı yeni fark etti.O kadar da açtı ki midesi onu direk yemek olarak algıladı ama o bir insandı ve trolümüz asla insan yememişti, yemeyecekti.Hiç düşünmeden yerde yatan yabancıyı sırtlandı ve yoluna devam etti.
Evine geldi önce avladıklarını indirdi sonra yabancıyı incitmeden yere bıraktı.Kim olduğuna bakmak için yüzünü çevirdi.Yabancının yüzünü gördüğü an tanımlayamadığı bir hisle doldu kalbi.Efsaneler doğru olabilirmiydi acaba ? Annesi atalarından tek insan olan trolün hikayesini anlatıp dururdu.Hemen her gece, her uyku öncesi.Hiç bıkmamıştı bu hikayeyi dinlemekten.Eğer ki bir trolü bir insanoğlu severse o trolün kalbi yeniden atmaya başlar ve suretide bir insana dönüşürdü.O hiç trol gibi hissetmemişti zaten.Neden olmasın diye düşündü…
Trolün hissiz kalbinde kelebekler uçuşturan bu yabancı, bir şovalyeydi.Yüzünde ona tanıdık gelen sanki yıllardır beklediği, hayatını daha anlamlı kılacak insan olduğuna dair izler taşıyordu.Trolümüzünde hani farkında olmadığı hisler vardı ve bir gün onlarla yüzleşecekti demiştik ya O anın tamda O gece hissettiği duyguların etkisiyle yaşandığını söylememe sanırım gerek yok.
Trol daha fazla düşünmek istemedi.Kalbinden geçenleri olduğu gibi şovalyeye söyledi.
Evlen benimle ki sana sahip olduğum uçsuz bucaksız serveti ayaklarına sereyim, evlen benimle ki sana hayal bile edemeyeceğin bir yaşam sunayım evlen benimle ki sana sadece senin aşkınla dolu kalbimi vereyim, evlen benimle ki şu sonsuz ama ızdırap dolu trol hayatımdan sonu olan ama insan olarak yaşayacağım hayatıma kavuşayım dedi.
Şovalye inançlı bir hristiyandı ve trollerin inancı olmadığını bilirdi.Evlenirdim seninle eğer ki hristiyan bir trol olsaydın dedi ve reddetti o devasa zenginliği, trolün insandan daha hassas, sevgi dolu kalbini.
Trol evine kapandı günlerce ağladı.O kadar çok ağladı ki evinin hemen dibinde bir gözyaşı nehri oluştu.O nehrin çevresindeki topraklarda rengarenk çiçekler açtı, meyvelerin en lezzetlisi ordaki ağaçlarda yetişmeye başladı.Efsaneye göre o nehrin suyunda yıkananların kalbinin yumuşadığı, sevgisizlerin taşlaşan kalpleri yumuşatan bir sihre sahip olduğu söylenir.
Şovalye ise kırdığı bir kalpten dökülen güzelliklerin farkına çok sonraları varsada iş işten geçmişti artık.Trolün gözyaşları bir nehirde can bulmuş, toprağa karışan bedeni toprağa can vermişti.
Trol insan olamadı ama tarih boyunca o topraklarda yaşayanlarca sevgiyle anıldı.
Gökten üç elma düşmüş müdür bu efsane üstüne bilinmez ama üç ana fikir düşmesi gerekirse, zamanın hiçbir diliminde esas olan dış görünümden ziyade öz “kalbi güzel olsun gerisi önemli değil” olmamıştır.Dinsel çatışmalar her zaman yaşanmıştır ve hala yaşanmaktadır.İnsan hakları(kötülük karşısında yenik düşen iyi insanları simgeleyen trolümüzü bu noktada anmak gerek) menfaatlerin zedelendiği noktada her zaman ayaklar altına alınmış sadece yazılagelmiş ama uygulanagelmemiş bir ütopyadan öteye geçmemiştir.