Okuduğunuz
şiir
29.9.2015 tarihinde günün şiiri olarak seçilmiştir.
İnkısar (3)
"Son Kal’anın Düşüşüne"
-Çatırdayan gök değil bir göğüs kafesidir Ses, düşen son kalede çöken burcun sesidir!-
Otuz beş asır sonra yine sensin gündemde Eskiden daha mâsum (!) daha temizsin (!) hem de ;
Öyle ki; Yusuf bile seninle anılıyor Potifar’ın utancı pâyedir sanılıyor Bilmem iz’anım mı kıt, akıl mı yanılıyor? Bu kadar mı bozuldu, sulandı mı hâfızam? Yoksa içtihad ile hükümler mi değişti? Bir ben mi kaldım aksi, neden kendimle niza’m? Dünün doğrularıyla bugün neden çelişti? Gül artık! Müridlerin tüm günahını sildi Kına yak! Iğrıbında elif bile eğrildi.
Affedilmiş olsan da hep şüphemde saklısın Vahşî ve Hind misâli yüzüme yasaklısın;
Çünkü sen, bir zamanlar ihanetle adaştın Hırs ve desiselerde kendini bile aştın Usul usul sevdanın dergâhına yanaştın Şimdi sen, sırtındaki her vebâli attın da Bütün yaptıklarından temizlendin öyle mi? Şimdi sen, dallarını aşlayıp uzattın da O berbat köklerinden filizlendin öyle mi? Say ki, af sonrasında sen, eski sen değilsin İyi de, o lekeyi dimağım nasıl silsin?
Bir büyük peygamberi zindana attıransın! Ve bir eşe en ağır utancı tattıransın!;
Bundandır tiksinirim, irkilirim adından Hâlâ kulaklarıma düşmanım feryadından Ama görüyorum ki memnunlar “ murad ” ından! Varsın, o cüce boyun göklere erdirilsin Merkezinde sen olan mâbed ancak havradır! Varsın, ayaklarına halılar serdirilsin Zamanın değerleri indî’mde paçavradır! Bu nasıl bir bozulma, ne büyük bir çöküştü? Yazık! Yiğitler göçtü, son kalemiz de düştü!
Ne anlatırsan anlat hep terane olacak Şu sözüme cevap ver: -ihanet ne olacak?-
Hâlâ mı gönülleri saflıkla bürüyorsun? Hâlâ mı “ af “ kozunu önüme sürüyorsun? Hâla mı alnın açık, başın dik yürüyorsun? Uzak dur! Bedenime rüzgârın ilişmesin Soluduğun havayı kendime haram bildim! Uzak dur! Hiçbir yerde yolumuz kesişmesin Sürdürdüğün davayı kendime haram bildim! Düş aşkın yakasından! Azıcık nefes alsın Seninle hesabımız rûz-i mahşere kalsın!
( Not: Her sitede adımın ve şiirlerimin olmasını istemediğim için; yazılı izin alınmaksızın şiirlerimin tek tek ya da blok olarak kendi kayıt ettiğim sitelerin dışında yayımlanmasına izin vermiyorum.)
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Muhteşem olağanüstü bir şiirdi.engin tecrübeleriniz ve yetkin kaleminizin muhteşem bir yansımasıydı.yürekten kutluyor tüm kalbimle alkışlıyorum.yüreğinize yetkin ve engin kaleminize sağlık.selam ve saygılarımla...
günün şiiri olmuş ama binlerce buton olsa inanın kullanmak isterdim hepsini...geç yazılmış bir yorum affınıza sığınarak...harika ...olağan üstü ...hürmetlerimle ellerinizden öpüyorum saygıdeğer hocam
Uzak dur! Hiçbir yerde yolumuz kesişmesin Sürdürdüğün davayı kendime haram bildim! Düş aşkın yakasından! Azıcık nefes alsın Seninle hesabımız rûz-i mahşere kalsın!
Ne güçlü bir şiir. Konusunu Hz. Yusuf' tan, Zülayha' dan, potifar dan alan tarihi bir olayı şiirsel bir dille paylaşmak, örmek , sunmak. Tabi ki, biz şiir severlerin bu değerli eserden çokça faydalanmamız satır satır aralamamız, öğrenmemiz gereken değerli bilgiler var. Tebrikler, saygılarımla hocam.
Kalem kavi, kalem samimi, dizeler demir gibi, kalem her vesileyle ve şimdi bu sitede takip ettiğimiz, örnek bildiğimiz bir abi,
Eyvallah Eyvallah’ta
Hatamız olursa affola, anlayışımıza sığmadıysa kavi kalem ışık tuta İlahi aşk yolunda sınanmak O’nun, O âlemlerin Rabbinin bir takdiri ve tasavvufi manada bir payesi değil mi? O sevdiği kulları önce sınar kazanana eşrefi mahlûkat kaybedene yere göğe sığmaz af nişanesini vermez mi? İblis ilmiyle sınandı, âdem kadınla İbrahim (a.s) oğlu İsmail’le (çok fazla uzatmak istemiyorum yine makale gibi olacak yorum ve tepki alacak) Züleyha Yusuf’la sınanmadı mı? Yusuf Züleyha’ya aslolanı gösteren bir suret değil miydi? Ben Yusuf’suz kalırım, yeter ki yüreğimdeki Senin aşkını esirgeme Rabbim, diyen Züleyha değil miydi? Züleyha’dan elimizde birkaç İslam tarihi kitabından eksik bilgiler var, hadislerde geçmiyor öyle biliyorum, Züleyha’nın affı ve affedilme makamını temsil ettiğini biliyorum Allah’ı bilen Maâzallah kelimesiyle korunur ya o an için bilmeyen? O’nun "Et-Tevvâb" ismi ilahisi; itâat ederek kendisine dönen bir kimseyi bağışlamak mânâsına gelir değil mi hocam? Tevbe; İmânâ dair makamların ilki, Hakk yolculuğunun başlangıcıdır, Ve ilâhî sevgiliye ulaşma kapısının anahtarıdır. Uzatmayacağım konu tasavvufa girerse yorumu bitiremeyeceğim Sadece ilahi aşk diyeceğim ve aşkın en büyük tecellisi ilahi af Ve yaratılan en şerefli insanın sözleriyle bitireceğim
"Kim güneş batıdan doğmazdan evvel tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder." Hazreti Muhammed Mustafa (sallâllahû aleyhi ve sellem) - Müslim, Zikr 43, (2703).
“Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi giderir (yok eder, yerinize) günah işleyen bir kavim getirir, onlar Allah’a istiğfar ederler, O (Allah) da kendilerini affederdi” . Hazreti Muhammed Mustafa (sallâllahû aleyhi ve sellem) - Müslim, Tevbe, 11. Hadis no: 2749.
“Günahından dolayı tevbe eden hiç günah işlememiş gibidir.” Hazreti Muhammed Mustafa (sallâllahû aleyhi ve sellem) - İbn Mâce, Sünen, 30.
“Demirin pası gibi kalbin de pası vardır. Kalp pasının parlatılması, istiğfâr iledir.” Hazreti Muhammed Mustafa (sallâllahû aleyhi ve sellem) –Kenzu'l-Ummâl, I, 4296.
Varolun sayın Oflu ağabey ben cevabımı aldım Muallim hocama da sormuştum bu Züleyha meselesini Züleyha nefsi tanımlar bu ocakta evlat deyip uzun uzun anlatmıştı ve sonunda sen gömleğini sakın ola önden yırttırma hayat yolunda tevbesiz Züleyhalar çıkacak seninde karşına diye bitirmişti Gömleğini arkadan yırttırana ve Geylani kokulu her Ocağa selam ola Ve bize ışık tutuna, (kalemi neden bu kadar sert tuttuğunu anlayamasam da) Eyvallah Oflu ağabey
Yusuf (as) ve Züleyhâ meselesi K.Kerim’de zikredilen, ibret alınması, ders çıkarılması gereken bir kıssadır. Sonuç itibarıyla tövbesi kabul edilmiş, Rabb’in affına mazhar olmuş, Yusuf (as) a eş olmuş biridir Züleyhâ… Buradaki hikmeti, inceliği,imtihanı neden ve niçin bahsinde sorgulamak elbette bize ( hiç kimseye) düşmez.
Daha önce de size benzer itirazlar ve anlaşılamama konuları bahse konu olduğu için bir açıklama yapma gereği sanırım gerekli.
Öncelikle, bu konuyu irdelememiz ve üzerine basa basa gündemde tutmamızın sebebi belirli bir zamandan beri özellikle evli hanımlardan bazılarının: “ Evli insan başkasına aşık olabilir mi? “ “Mâdem ki aşk insanın elinde olmayan bir duygudur o hâlde evli iken yaşanan aşk suç mudur? “ “ Ne yapayım gönlüm kaydı “ …. Gibi zırvalıklara delil ve örnek gösterilmesindendir! ( İnkısar 1 ve İnkısar 2 de olduğu gibi)
Sanki, ellerinde af olmaya ömürleri ve vakitleri olacağına dair garanti varmış gibi bu tür bozulmuşluğa değinmektir amacımız…
Yusuf (as) ve Züleyhâ kıssasına nereden bakıldığı, nasıl bakıldığı çok önemlidir.
İmtihan etmek, affetmek, test etmek, gibi konular Rabbe ait bir konu şüphesiz. Yusuf (as) Rabb’in korumasında olan bir Peygamber. Züleyhâ, evli ve eşine sadâkat göstermesi gereken bir kadın. Potifar, evli ve eşinden sadâkat bekleyen saygın, yetkili bir koca.
Şimdi şu soruları sormamız lazım kendimize: Züleyhâ, gönlüne düşen aşkı ( kendine göre) aşk olarak içinde mi yaşamaya çalıştı yoksa kapıları kapattırarak işin boyutunu yatağa mı çekmek istedi?
Züleyhâ, istediği olmayınca kendini temize çıkarmak için iftira atarken Yusuf (as) peygamber olduğunu, Allah’ın (cc) korumasında olduğunu ve bu olayın bir imtihan olduğunu biliyor muydu?
Nasıl bir aşktır ki, amacına ulaşamadığında (yatak faslı gerçekleşmedi diye) zindana attırmayı göze alıp, kocasının onu öldürebileceğini bildiği hâlde geri adım attırmıyor ve ölüme terk ediyor?
Ya Yusuf ( as) peygamber olmayıp öldürülseydi ne diyecekti? Hangi eş bu ihaneti hak ediyor? Hangi evli kadın için bu ihanet meşru sayılabilir?
Ne cevap verebiliriz acaba?
Ve örnek alınan kıssanın bu kısmına, örnek alanlar ne diyecek? Ben iyi diyemem! Ve söylememeye de devam edeceğim…
Varolun sayın Oflu ağabey ben cevabımı aldım Muallim hocama da sormuştum bu Züleyha meselesini Züleyha nefsi tanımlar bu ocakta evlat deyip uzun uzun anlatmıştı ve sonunda sen gömleğini sakın ola önden yırttırma hayat yolunda tevbesiz Züleyhalar çıkacak seninde karşına diye bitirmişti Gömleğini arkadan yırttırana ve Geylani kokulu her Ocağa selam ola Ve bize ışık tutuna, (kalemi neden bu kadar sert tuttuğunu anlayamasam da) Eyvallah Oflu ağabey
Yusuf (as) ve Züleyhâ meselesi K.Kerim’de zikredilen, ibret alınması, ders çıkarılması gereken bir kıssadır. Sonuç itibarıyla tövbesi kabul edilmiş, Rabb’in affına mazhar olmuş, Yusuf (as) a eş olmuş biridir Züleyhâ… Buradaki hikmeti, inceliği,imtihanı neden ve niçin bahsinde sorgulamak elbette bize ( hiç kimseye) düşmez.
Daha önce de size benzer itirazlar ve anlaşılamama konuları bahse konu olduğu için bir açıklama yapma gereği sanırım gerekli.
Öncelikle, bu konuyu irdelememiz ve üzerine basa basa gündemde tutmamızın sebebi belirli bir zamandan beri özellikle evli hanımlardan bazılarının: “ Evli insan başkasına aşık olabilir mi? “ “Mâdem ki aşk insanın elinde olmayan bir duygudur o hâlde evli iken yaşanan aşk suç mudur? “ “ Ne yapayım gönlüm kaydı “ …. Gibi zırvalıklara delil ve örnek gösterilmesindendir! ( İnkısar 1 ve İnkısar 2 de olduğu gibi)
Sanki, ellerinde af olmaya ömürleri ve vakitleri olacağına dair garanti varmış gibi bu tür bozulmuşluğa değinmektir amacımız…
Yusuf (as) ve Züleyhâ kıssasına nereden bakıldığı, nasıl bakıldığı çok önemlidir.
İmtihan etmek, affetmek, test etmek, gibi konular Rabbe ait bir konu şüphesiz. Yusuf (as) Rabb’in korumasında olan bir Peygamber. Züleyhâ, evli ve eşine sadâkat göstermesi gereken bir kadın. Potifar, evli ve eşinden sadâkat bekleyen saygın, yetkili bir koca.
Şimdi şu soruları sormamız lazım kendimize: Züleyhâ, gönlüne düşen aşkı ( kendine göre) aşk olarak içinde mi yaşamaya çalıştı yoksa kapıları kapattırarak işin boyutunu yatağa mı çekmek istedi?
Züleyhâ, istediği olmayınca kendini temize çıkarmak için iftira atarken Yusuf (as) peygamber olduğunu, Allah’ın (cc) korumasında olduğunu ve bu olayın bir imtihan olduğunu biliyor muydu?
Nasıl bir aşktır ki, amacına ulaşamadığında (yatak faslı gerçekleşmedi diye) zindana attırmayı göze alıp, kocasının onu öldürebileceğini bildiği hâlde geri adım attırmıyor ve ölüme terk ediyor?
Ya Yusuf ( as) peygamber olmayıp öldürülseydi ne diyecekti? Hangi eş bu ihaneti hak ediyor? Hangi evli kadın için bu ihanet meşru sayılabilir?
Ne cevap verebiliriz acaba?
Ve örnek alınan kıssanın bu kısmına, örnek alanlar ne diyecek? Ben iyi diyemem! Ve söylememeye de devam edeceğim…
kesinlikle muazzam... hani şiiri şeklen yoracak değilim de zaten ama bir hece şiirinin bunca dolu olmasına da şaşırmıyor değilim. sanat ve maharet bu olsa işte...
ve böylesi maharet ehli kalemi/kelâmı tutan eli de düşmanı olsa öpmeli ben ucundan kıyısından şiirle haşır neşirim diyen kişi!
ki; iyi şiiri sahiplenmek, kollamak, koklamak sıradan yüz şiir yazmaktan eftaldir. ben Şiâret yolunda ilerleyeceğim diyen kişi önce hepimize doğuştan yapışık olan" ilkel benlik"ini yok etmeli ve " gerçek eser"leri ve sahiplerini ödüllendirmeli.
böylesi bir şiir okumanın kıvancıyla teşekkür ediyorum O/Flu adama!
Züleyha. ..ve bugün ki türevlerine dair yapılan gondermeyle çöken değer ve ahlak yargılarını öylesine güzel ve etkili bir dille ifade etmissiniz ki hayran kalmamak imkansız. Tekniğiyle, ana temaya uygun duygu ve düşünce birliğinin ifadelenmesi n deki üslupla ayırt edici özelliği ilk etapta nitelikli okurun ruh ve duygu dünyasında deprem yapacak nitelikte ydi. Her zaman ki gibi beğeniyle ve giptayla okudum.Var olsun değerli gönül emeginiz.Ve yureginiz.Selam ve saygılarımla.
Teveccüh buyurmuşsunuz.İnceliğiniz için müteşekkirim. Eksik olmayın .Tam tersi dilbilgisi kurallarını en çok ihlal edenlerden biriyim. Hele ki bugün bu yazıyı laptop elime geçer geçmez, zaten gecikmiş olmanın hızıyla yazdım :) affınıza sığınıyorum.
Keşke katılmadığınız noktaları belirtmiş olsaydınız. Belki bir orta yol bulabilirdik kim bilir ? Anlayışınız ve asil tutumunuz karşısında saygıyla eğiliyorum. Şiirle nice güzelliklere. Esenliklerle.
Öncelikle saygıdeğer hocalarıma saygı yüklü selamlarımla merhaba demek isterim.Sonrasında cevabımın gecikmesine kaynaklık eden bilgisayar yokluğu ve cepten yazamamış olmamın verdiği acizlikle aflarını dilerim.
Bir Dünyevi Rumuzlu Saygıdeğer Hocam yöneltmiş olduğunuz sorularınıza bilgim ve şiirden anladığım kadarıyla cevap vereyim efendim.
1- Yorumumda gecen " Nitelikli Okur " Sıfat tamlamasından halka hitap etmediği anlamını çıkardığınızı ifade etmişsiniz ilk önce.
Efendim, kesinlikle kastım bu değildi. Nasıl ki şiir yazmak bir ustalık işi ise okumak da aynı derecede ustalığa bağlıdır buna inanırım. Bir kelimenin düz konuşur gibi, güncel anlamından ötesine geçemeyen , benzetmeleri, teşbihleri ne amaçla kullanıldığını çözemeyen, ruhunun sınırlarını sadece gördüğü ve okuduğuyla belirleyen , şiirde lirizm gibi bir olgunun da varlığını kabullenemeyen niteliksiz okurlara gönderme yapmıştım oysa.
Nitelikli şiir bana göre, okuyucu sayısına göre kendini çoğaltan şiirdir.Herkesin anladığı aynı anlamdan öte, kendi duyuş ve algı durumuna, eğitim kalitesine göre, şiir bilgisine göre anlam çıkartabileceği düzeyde olan şiirdir. Şair yıldızlar göz kırpıyor der ...biri gecenin güzelliğini anlar , diğeri karanlığına teselliyi, kimi bir dostu anlar ... Yani demem o ki , anlam genişliğini en fazla sağlayan kelime ve kelime guruplarından oluşmuş şiir bence nitelikli şiirdir.Nitelikli bir şiiride ancak kelimelerin gücünü, şiiri meydana getiren unsurları ve dilin yapısına hakim olanlar anlayabilir demek istedim.
Vermiş olduğunuz üstada ilişkin dize örneğinde soyut - somut arayışına geçmişsiniz.Ve kalıcılığını bu girizgahta bulunan somut " sakarya " nehrinin ifadesine ve akmak fiiline bağlamışsınız. Sadece bu mudur yanı bir şiiri şiir yapan asal unsur. Haksızlık olmuyor mu tekniğe, haksızlık olmuyor mu burada ki imgesel kurulumun gerçekliğe, sese, ahenge ve somuttan soyuta geçişe en iyi örnek olan yapılan teşbihe... Hem burada salt bir somutluk yok.Somutluktan soyutluğa geçişli anlatım var.
Hangi şairimizdi hatırlıyorum, masayı anlatmak için masa kelimesi kullanılmaz demiştir. Eğer ki şiirde bir şeyi anlatmak yönünü çevirdiğimiz özü kullanır isek şiirin bir anlamı olmaz ki... yani şiiriyet değeri olmaz.Şiiri anlamanın yolu duyumsamaktan geçer en çok.Duyumsatmaktan.... Duyuş, hissettiriş... Bakıyorsunuz hiç alakasız kelimelerin bir araya gelişinden oluşturulan ortak anlam şiirin ana temine hizmet edebiliyor. Bence kelimelere fazla takılmamak lazım.Yani onların birlikte, ses ve dille , uslupla kullanılmasından doğacak olan anlama odaklanmalıyız.
Demişsiniz ki yine halk bu şiiri okurken Züleyha' yı mı arasın ?
Şiirde geçen Yusuf kelimesini görmediniz sanırım.Bilinçli, nitelikli bir okur olmak gerekmez bunu anlamak için. Sayın hocam daha nasıl kapı aralasın ki anlama. Burada okura gereken yardımı yapmış zaten.
Kesinlikle her okul kitabına girebilecek düzeyde net, örnek bir şiirdi okuduğumuz. Soyut ve somut kavramlarından ibaret olarak göremeyiz şiiri. Ne tam soyuttur, ne de tam somut. Şairler öznel tutumları gereği sadece birine ağırlık verebilirler.
Bana göre doğru olan nedir derseniz, bence her ikisini de aynı derecede kullanmaktır.Birini anlatmak için diğerini usta benzetmelerle kullanabilme sanatıdır.Asla ama asla anlatılmak istenilenin al parmağım kör gözüne gözüne diyerek anlatmak değildir. Bu hem şiirden beklenen o gizemli duyuşu, merakı, hayal gücünün zenginliğini kısırlaştırabileceği gibi tek tip bir bakışı da beraberinde getirir.Şiir için en büyük tehlike budur. Hayal gücünün, çağrışımın eksikliği tek tip anlatımı getirir. Böylesi bir tutumda şiirde gelişime kapalılığı mecbur kılar.Bunu da hiçbirimiz istemeyiz değil mi.
Umarım meramımı anlatabilmişimdir. Sayın Oflu Hocamı bu değeri eserinden dolayı tekrar kutlarken, değerli eleştirinizle yapmış olduğunuz açılım içinde ayrıca size teşekkür ederim.Nice şiir konuşmalarında buluşmak üzere.
Sanırım bir anlayış farkımız var. Siz bu şiirden Züleyhâ’yı öne çıkarmak, ya da öne çıkmasını istiyorsunuz tıpkı Sakarya Destanında Sakarya’yı öne çıkarmak gibi. Oysa Ana tema ve benim derdim Züleyhâ değil yaptıkları ve onun örnek gösterilmesidir.
Bir diğer husus, şiiri düz mantıkla anlamaya çalışırsanız; edebî sanatları ve söz ustalığını ciddiye almamış olursunuz. Eğer İsim çok önemli olsaydı Başta Nurullah Genç’in “ Yağmur ” , Cemal Safi’nin bana göre en güzel şiiri olan “ tek Hece “ yi çöpe atmak gerekir. Bakın bakalım; “ Yağmur “ kaç mısra ve kaç defa Peygamber Efendimiz’in adı geçmiş? “Tek Hece “ kaç mısra ve kaç yerde “aşk “ geçmiş?
Siz, soyut, somut kavramlarına takılıp onlar hakkında ders çalıştınız ama esası unuttunuz. Bence biraz şiir çeşitleri ve şiirde nelerin o şiiri daha kaliteli yaptığı/ yapacağı konusunda ders çalışın :))
Sakarya Destanı ( türküsü) ile bu şiiri gerek muhteva, gerek mesaj gerekse biçim anlamında hangi kıstaslara göre soyut ve somut özellikleri ile kıyasladınız tam anlayabilmiş değilim Ekrem Bey. Belki, “kaldırımlar “ deseydiniz bir nebze daha anlaşılabilir ve akıl yürütülebilir olabilirdi.
Üstadın “ Sakarya Destanı “ ( Türküsü ) şiiri “içerik ve üslûp örtüşmesi “ anlamında M.Akif’in “ Bülbül “ şiiri:
“Öz yurdunda garipsin, öz vataninda parya!” (Necip Fazıl/ Sakarya Türküsü) “Bugün bir hânümânsiz serseriyim öz diyârimda!” (M.Akif/ Bülbül)
“Sakarya, saf çocugu, masum Anadolu'nun,” (Necip Fazıl/ Sakarya Türküsü) “Ne husrandir ki: Sark'in ben vefasiz, kansiz evlâdi,” (M.Akif/ Bülbül)
“Mermerlerin nabzinda hâlâ çarpar mi tekbir? Bulur mu deli rüzgâr o sedayi: Allah bir!” (Necip Fazıl/ Sakarya Türküsü)
ve Ziya Paşa’nın Terkib-i Bend’i ile daha uymludur diye düşünüyorum:
“Kafdagi'ni assalar, belki çeker de bir kil! Bu ifritten suâlin, kilini çekmez akil!” (Necip Fazıl/ Sakarya Türküsü)
“Idrâk-i meâlî bu küçük akla gerekmez Zira bu terâzû o kadar sikleti çekmez” (Ziya Paşa / Terkib-i Bend’i
Üstad’ın Sakarya ile dertleşmesini “ Sakarya “ tekrarları ile,” Nil ve Tuna “ yı da meal görüntüsü ile somutlaştırırsanız, Sakarya’nın temsil ettiği Anadolu’yu, Nil’in temsil ettiği Orta Doğu ve Kuzey Afrika’yı, Tuna’nın temsil ettiği Balkanlar’ı tefsir edemez,
-“Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,” “O' bir şey murad ettiği zaman , ol der o da olur.” (Yasin, 79) Âyet-i Kerimesini,
-“Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük!..” “Şurası muhakkak ki İslâm garip başladı tekrar garipliğe dönecek. Gariplere ne mutlu.” Hadisi şerifini görmemiş olursunuz. Ki, işin özü zaten buradadır…
"Otuz beş asır sonra yine sensin gündemde Eskiden daha mâsum (!) daha temizsin (!) hem de ;"
bu mısralar ise, soyutluktan çıkmak için çırpınıyor ancak neden çıkamıyor?” Demişsiniz.
Çırpınmak ve başaramamak! Bu kanıya nasıl vardınız?
Size göre adını anmak dahi istemediğim Züleyhâ’yı bu iki mısraın birine ya da ikisine monte ettiğim zaman başarmış mı olacaktım?
"Otuz beş asır sonra Züleyhâ’ymış gündemde Eskiden daha mâsum (!) daha temizmiş (!) hem de ;"
Ya da:
"Otuz beş asır sonra yine sensin gündemde Züleyhâ! Daha mâsum (!) daha temizsin (!) hem de ;" Dersem konu bitecek mi sizce?
Edebî ve felsefî boyuttaki soyut ve somut kavramlarını bir mobilyacı ya da züccaciyeci dükkanındaki gibi düşünür ve anlamaya / anlatmaya çalışırsanız çok doğru bir iş yapmazsınız kanaatimce.
Meselâ, bir şiirde “aşkı” en iyi anlatmanın yolu her mısrada ( dizede) aşkı tekrar etmekten mi geçer? O zaman o kadar tekrara hangi mâzereti bulacaksınız? Sizce, “gaz demeden göle baktırmak “ daha ustaca ve daha becerili değil mi? Kaldı ki, her gün bir başkasıyla sabahlayan, günde iki, üç sevgili değiştiren günümüz gençlerine Mecnûn’u, Kerem’i ve Tâhir’i anlatmak, hasreti ve özlemi târif etmek için eminim göbeğiniz çatlayacak ve başaramayacaksınız da! Ve, şiirdeki esas konu olan “ ihanet” e hangi pencereden bakacaksınız? Sizce, “ihanet “ Potifar için somut mu, soyut mu? Ya Züleyhâ için? Somut ve soyut kavramları bakış açısına, içinde bulunulan şartlara göre değişkenlik göstermiyor mu?
Günde içtiği iki puronun ederi kadar fiyat belirlemeye çalışan bir Maliye Bakanı ile o ücrete bir ay çalışacak olan bir işçi için “asgari ücret” ne kadar somut, ne kadar soyut? Ya Tüsiat patronları ile işçilerin bakışı?
“Ekmek bulamıyoruz “ diye sokaklara dökülen halk ile “ ne var yani, ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler “ diyen dingil bir kralın açlık ve ekmekten anladığı ne kadar aynı, ne kadar somut ve soyut? ……………………….
Bu konu çok uzar ama fikir jimnastiği yapmak güzeldi…
Şükran Hanım kendine sorulana cevap verebilir sanıyorum.
Lise müfredatını bilmediğimden lise sona giden oğluma sordum ve aruz başta olmak üsere hece ölçülerini, kafiye örgülerini işlediklerini, Ahmet Haşim’in “ Merdiven “ şiiri, M.Akif’in “ Çanakkale “ şiirinin ders kitaplarında olduğunu öğrendim. O zaman bu ve buna benzer şiirler lise öğrencilerine çok ağır gelmez sanırım. Sadece sitelerde kafiye sistemini bu kadar zamanda öğrenemeyenleri gördükçe bu kafiye örgüsünün öğrencilerce çok iyi anlaşılmasının kolay olmadığını düşünüyorum…
Teveccüh buyurmuşsunuz.İnceliğiniz için müteşekkirim. Eksik olmayın .Tam tersi dilbilgisi kurallarını en çok ihlal edenlerden biriyim. Hele ki bugün bu yazıyı laptop elime geçer geçmez, zaten gecikmiş olmanın hızıyla yazdım :) affınıza sığınıyorum.
Keşke katılmadığınız noktaları belirtmiş olsaydınız. Belki bir orta yol bulabilirdik kim bilir ? Anlayışınız ve asil tutumunuz karşısında saygıyla eğiliyorum. Şiirle nice güzelliklere. Esenliklerle.
Öncelikle saygıdeğer hocalarıma saygı yüklü selamlarımla merhaba demek isterim.Sonrasında cevabımın gecikmesine kaynaklık eden bilgisayar yokluğu ve cepten yazamamış olmamın verdiği acizlikle aflarını dilerim.
Bir Dünyevi Rumuzlu Saygıdeğer Hocam yöneltmiş olduğunuz sorularınıza bilgim ve şiirden anladığım kadarıyla cevap vereyim efendim.
1- Yorumumda gecen " Nitelikli Okur " Sıfat tamlamasından halka hitap etmediği anlamını çıkardığınızı ifade etmişsiniz ilk önce.
Efendim, kesinlikle kastım bu değildi. Nasıl ki şiir yazmak bir ustalık işi ise okumak da aynı derecede ustalığa bağlıdır buna inanırım. Bir kelimenin düz konuşur gibi, güncel anlamından ötesine geçemeyen , benzetmeleri, teşbihleri ne amaçla kullanıldığını çözemeyen, ruhunun sınırlarını sadece gördüğü ve okuduğuyla belirleyen , şiirde lirizm gibi bir olgunun da varlığını kabullenemeyen niteliksiz okurlara gönderme yapmıştım oysa.
Nitelikli şiir bana göre, okuyucu sayısına göre kendini çoğaltan şiirdir.Herkesin anladığı aynı anlamdan öte, kendi duyuş ve algı durumuna, eğitim kalitesine göre, şiir bilgisine göre anlam çıkartabileceği düzeyde olan şiirdir. Şair yıldızlar göz kırpıyor der ...biri gecenin güzelliğini anlar , diğeri karanlığına teselliyi, kimi bir dostu anlar ... Yani demem o ki , anlam genişliğini en fazla sağlayan kelime ve kelime guruplarından oluşmuş şiir bence nitelikli şiirdir.Nitelikli bir şiiride ancak kelimelerin gücünü, şiiri meydana getiren unsurları ve dilin yapısına hakim olanlar anlayabilir demek istedim.
Vermiş olduğunuz üstada ilişkin dize örneğinde soyut - somut arayışına geçmişsiniz.Ve kalıcılığını bu girizgahta bulunan somut " sakarya " nehrinin ifadesine ve akmak fiiline bağlamışsınız. Sadece bu mudur yanı bir şiiri şiir yapan asal unsur. Haksızlık olmuyor mu tekniğe, haksızlık olmuyor mu burada ki imgesel kurulumun gerçekliğe, sese, ahenge ve somuttan soyuta geçişe en iyi örnek olan yapılan teşbihe... Hem burada salt bir somutluk yok.Somutluktan soyutluğa geçişli anlatım var.
Hangi şairimizdi hatırlıyorum, masayı anlatmak için masa kelimesi kullanılmaz demiştir. Eğer ki şiirde bir şeyi anlatmak yönünü çevirdiğimiz özü kullanır isek şiirin bir anlamı olmaz ki... yani şiiriyet değeri olmaz.Şiiri anlamanın yolu duyumsamaktan geçer en çok.Duyumsatmaktan.... Duyuş, hissettiriş... Bakıyorsunuz hiç alakasız kelimelerin bir araya gelişinden oluşturulan ortak anlam şiirin ana temine hizmet edebiliyor. Bence kelimelere fazla takılmamak lazım.Yani onların birlikte, ses ve dille , uslupla kullanılmasından doğacak olan anlama odaklanmalıyız.
Demişsiniz ki yine halk bu şiiri okurken Züleyha' yı mı arasın ?
Şiirde geçen Yusuf kelimesini görmediniz sanırım.Bilinçli, nitelikli bir okur olmak gerekmez bunu anlamak için. Sayın hocam daha nasıl kapı aralasın ki anlama. Burada okura gereken yardımı yapmış zaten.
Kesinlikle her okul kitabına girebilecek düzeyde net, örnek bir şiirdi okuduğumuz. Soyut ve somut kavramlarından ibaret olarak göremeyiz şiiri. Ne tam soyuttur, ne de tam somut. Şairler öznel tutumları gereği sadece birine ağırlık verebilirler.
Bana göre doğru olan nedir derseniz, bence her ikisini de aynı derecede kullanmaktır.Birini anlatmak için diğerini usta benzetmelerle kullanabilme sanatıdır.Asla ama asla anlatılmak istenilenin al parmağım kör gözüne gözüne diyerek anlatmak değildir. Bu hem şiirden beklenen o gizemli duyuşu, merakı, hayal gücünün zenginliğini kısırlaştırabileceği gibi tek tip bir bakışı da beraberinde getirir.Şiir için en büyük tehlike budur. Hayal gücünün, çağrışımın eksikliği tek tip anlatımı getirir. Böylesi bir tutumda şiirde gelişime kapalılığı mecbur kılar.Bunu da hiçbirimiz istemeyiz değil mi.
Umarım meramımı anlatabilmişimdir. Sayın Oflu Hocamı bu değeri eserinden dolayı tekrar kutlarken, değerli eleştirinizle yapmış olduğunuz açılım içinde ayrıca size teşekkür ederim.Nice şiir konuşmalarında buluşmak üzere.
Sanırım bir anlayış farkımız var. Siz bu şiirden Züleyhâ’yı öne çıkarmak, ya da öne çıkmasını istiyorsunuz tıpkı Sakarya Destanında Sakarya’yı öne çıkarmak gibi. Oysa Ana tema ve benim derdim Züleyhâ değil yaptıkları ve onun örnek gösterilmesidir.
Bir diğer husus, şiiri düz mantıkla anlamaya çalışırsanız; edebî sanatları ve söz ustalığını ciddiye almamış olursunuz. Eğer İsim çok önemli olsaydı Başta Nurullah Genç’in “ Yağmur ” , Cemal Safi’nin bana göre en güzel şiiri olan “ tek Hece “ yi çöpe atmak gerekir. Bakın bakalım; “ Yağmur “ kaç mısra ve kaç defa Peygamber Efendimiz’in adı geçmiş? “Tek Hece “ kaç mısra ve kaç yerde “aşk “ geçmiş?
Siz, soyut, somut kavramlarına takılıp onlar hakkında ders çalıştınız ama esası unuttunuz. Bence biraz şiir çeşitleri ve şiirde nelerin o şiiri daha kaliteli yaptığı/ yapacağı konusunda ders çalışın :))
Sakarya Destanı ( türküsü) ile bu şiiri gerek muhteva, gerek mesaj gerekse biçim anlamında hangi kıstaslara göre soyut ve somut özellikleri ile kıyasladınız tam anlayabilmiş değilim Ekrem Bey. Belki, “kaldırımlar “ deseydiniz bir nebze daha anlaşılabilir ve akıl yürütülebilir olabilirdi.
Üstadın “ Sakarya Destanı “ ( Türküsü ) şiiri “içerik ve üslûp örtüşmesi “ anlamında M.Akif’in “ Bülbül “ şiiri:
“Öz yurdunda garipsin, öz vataninda parya!” (Necip Fazıl/ Sakarya Türküsü) “Bugün bir hânümânsiz serseriyim öz diyârimda!” (M.Akif/ Bülbül)
“Sakarya, saf çocugu, masum Anadolu'nun,” (Necip Fazıl/ Sakarya Türküsü) “Ne husrandir ki: Sark'in ben vefasiz, kansiz evlâdi,” (M.Akif/ Bülbül)
“Mermerlerin nabzinda hâlâ çarpar mi tekbir? Bulur mu deli rüzgâr o sedayi: Allah bir!” (Necip Fazıl/ Sakarya Türküsü)
ve Ziya Paşa’nın Terkib-i Bend’i ile daha uymludur diye düşünüyorum:
“Kafdagi'ni assalar, belki çeker de bir kil! Bu ifritten suâlin, kilini çekmez akil!” (Necip Fazıl/ Sakarya Türküsü)
“Idrâk-i meâlî bu küçük akla gerekmez Zira bu terâzû o kadar sikleti çekmez” (Ziya Paşa / Terkib-i Bend’i
Üstad’ın Sakarya ile dertleşmesini “ Sakarya “ tekrarları ile,” Nil ve Tuna “ yı da meal görüntüsü ile somutlaştırırsanız, Sakarya’nın temsil ettiği Anadolu’yu, Nil’in temsil ettiği Orta Doğu ve Kuzey Afrika’yı, Tuna’nın temsil ettiği Balkanlar’ı tefsir edemez,
-“Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,” “O' bir şey murad ettiği zaman , ol der o da olur.” (Yasin, 79) Âyet-i Kerimesini,
-“Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük!..” “Şurası muhakkak ki İslâm garip başladı tekrar garipliğe dönecek. Gariplere ne mutlu.” Hadisi şerifini görmemiş olursunuz. Ki, işin özü zaten buradadır…
"Otuz beş asır sonra yine sensin gündemde Eskiden daha mâsum (!) daha temizsin (!) hem de ;"
bu mısralar ise, soyutluktan çıkmak için çırpınıyor ancak neden çıkamıyor?” Demişsiniz.
Çırpınmak ve başaramamak! Bu kanıya nasıl vardınız?
Size göre adını anmak dahi istemediğim Züleyhâ’yı bu iki mısraın birine ya da ikisine monte ettiğim zaman başarmış mı olacaktım?
"Otuz beş asır sonra Züleyhâ’ymış gündemde Eskiden daha mâsum (!) daha temizmiş (!) hem de ;"
Ya da:
"Otuz beş asır sonra yine sensin gündemde Züleyhâ! Daha mâsum (!) daha temizsin (!) hem de ;" Dersem konu bitecek mi sizce?
Edebî ve felsefî boyuttaki soyut ve somut kavramlarını bir mobilyacı ya da züccaciyeci dükkanındaki gibi düşünür ve anlamaya / anlatmaya çalışırsanız çok doğru bir iş yapmazsınız kanaatimce.
Meselâ, bir şiirde “aşkı” en iyi anlatmanın yolu her mısrada ( dizede) aşkı tekrar etmekten mi geçer? O zaman o kadar tekrara hangi mâzereti bulacaksınız? Sizce, “gaz demeden göle baktırmak “ daha ustaca ve daha becerili değil mi? Kaldı ki, her gün bir başkasıyla sabahlayan, günde iki, üç sevgili değiştiren günümüz gençlerine Mecnûn’u, Kerem’i ve Tâhir’i anlatmak, hasreti ve özlemi târif etmek için eminim göbeğiniz çatlayacak ve başaramayacaksınız da! Ve, şiirdeki esas konu olan “ ihanet” e hangi pencereden bakacaksınız? Sizce, “ihanet “ Potifar için somut mu, soyut mu? Ya Züleyhâ için? Somut ve soyut kavramları bakış açısına, içinde bulunulan şartlara göre değişkenlik göstermiyor mu?
Günde içtiği iki puronun ederi kadar fiyat belirlemeye çalışan bir Maliye Bakanı ile o ücrete bir ay çalışacak olan bir işçi için “asgari ücret” ne kadar somut, ne kadar soyut? Ya Tüsiat patronları ile işçilerin bakışı?
“Ekmek bulamıyoruz “ diye sokaklara dökülen halk ile “ ne var yani, ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler “ diyen dingil bir kralın açlık ve ekmekten anladığı ne kadar aynı, ne kadar somut ve soyut? ……………………….
Bu konu çok uzar ama fikir jimnastiği yapmak güzeldi…
Şükran Hanım kendine sorulana cevap verebilir sanıyorum.
Lise müfredatını bilmediğimden lise sona giden oğluma sordum ve aruz başta olmak üsere hece ölçülerini, kafiye örgülerini işlediklerini, Ahmet Haşim’in “ Merdiven “ şiiri, M.Akif’in “ Çanakkale “ şiirinin ders kitaplarında olduğunu öğrendim. O zaman bu ve buna benzer şiirler lise öğrencilerine çok ağır gelmez sanırım. Sadece sitelerde kafiye sistemini bu kadar zamanda öğrenemeyenleri gördükçe bu kafiye örgüsünün öğrencilerce çok iyi anlaşılmasının kolay olmadığını düşünüyorum…
Merhaba Oflu Hocam, şiirlerinize pek yorum yapmasam da hepsini okuyorum. Çünkü, ustaların şiirlerini irdeleyecek bilgi ben de yok sadece tebrik ederim.
Düzgun ve guzel yazan arkadaşları okumak biz acemilerin dağarcığına çok şey katacağından eminim.
Bu şiiriniz de en az diğer şiirleriniz kadar güzel ve günü hak etmis. Tebrik ederim, saygılarımla...
İhanetin karşılığı bu kadar mı efendice anlatılır.Nefesimi tutarak okudum.İsterdim ki günün şiirini daha önce okuyabilseymişim de benim de payım olsaymış.Yerini kesinlikle bulmuş bir şiir. Uzak dur! Bedenime rüzgârın ilişmesin. Bu dizenin gönderileceği ne çok adres biliyorum.
Değerli üstadım., Bildirimleri açtım, sizin şiirinizle karşılaştım. Okudum., hem de büyük bir iştahla, keyifle, imrenerek, gururlanarak.. İçtenliğimle, en kalbi dileklerimle tebrik ediyor, Selamlarımı, dualarımı gönderiyorum....
et kemiğe bürünmüş üç beş mütemmim cüz mü ? dostum mu demeliyim yoksa düşman mısın dost yaşanıyor mu bunlar, bir müteammim söz mü ? kulak arkası olmuş aşka aman mısın dost
yok,sul tarafından 9/30/2015 10:30:14 AM zamanında düzenlenmiştir.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.