2
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
1077
Okunma
Ilık bir sonbahar zamanı rüzgârın uğultusuyla düştün
Gözlerimin dar yakasına.
Adını bilmediğim şehirlerde yaktılar beni
Yandım, "âşk" dediler sonra.
Eyy! Yanışım
Hârın kapıma dayandığında;
Hangi sevda Cehennemi ıslatırdı dudaklarımı?
Ki;
Elleri / ayakları yoktu bu âşkın.
Ayrılığın en büyük kěfâreti
" Yüreğini kurban etmek! " dediler.
Başım, gözüm üstüne sevgili.
Eyy! Sevişim
Ruhumun şîrk koşulduğu duvarlarda
Tövbesi bozulmuş bir yeminin,
Bakışları küskün bir sabahın,
Ve vadesi dolmuş gülüşlerin,
En keskin adıydı " seni sevmek! "
Ben ki;
Belimi büken vuslatın koynunda citit atarken
Bir minâre boşluğundan sallanır adım.
Ardımdan uçsa dahi kuşlar,
Kelimeler şehâdette durmasa,
Ve binlerce kâhır üzerime yığılsa,
Toprağın ten renğine boyanır suretim.
Eyy! Gözlerimi ıslatan cinnet (im)
İmansız boşluğumda kıvranan karıncanın
Sırtına kambur olduğumdan beri
Annemin tahta beşiğine sığmayan hüzün,
" Babam " dediğim adamın sakalından yuvarlanır.
Bir insan nasıl bırakılır böyle çaresiz (?)
İki çift göz nasıl hěbâ olur sevda kâhrına.
Öldürün beni ne olur
Kahretmeden dil altı ayrılığım (ız)
Eyy! Hesapsızım / Kitapsızım
Azrâil’in tükürüğünde yıkanmaya meyilliyken bakışların,
Sildim gözlerinden günahlarını, sevaplarımla.
Keşke;
Bir daha şans gülse yüzüme
Sevsen beni bir daha...
Sevdim!
Nerden bile bilirdim ki eyy!
Kaşına, gözüne baktığımda
Sesini, tınısını duyduğumda
İnsana benziyordu
İnsana...
5.0
100% (8)