5
Yorum
27
Beğeni
0,0
Puan
1743
Okunma

hiçliği dudak arasında ıslıklara astığımız
suskunluğun duruş bozukluğunda
çocukluğun o masum cümlelerini verin bana
...
ve siyatik ağrılı hayatın
boğmaca benzetmelerini unutmak zordur
ellerinde deniz feneri taşıyan kentlerin
gözlerindeki dolu suyun tuzunda başlar
yalnızlığın ıslaklığı
ve ağrılara belenmiş toprak damlarda
asılı durur tel örgüden gece
yıldız yoktur tandır buğusunun ulaştığı havada
istediğim bir avuç kar
bir buğday tanesi
çocukların ağlaması geçtiğinde
açıp taşlaşmış vatan uykusunu
içine günaydın diye bağırasım var
aşiret ovalarının
eşkıya dağlarına götürün beni
nasıl bir kavgadır hayatı anlamamak
biliyorum
girerim bereketli ırmakların sularla bezeli çığlığına
ve ayaklarım keser bir uzun hava
ellerim horon
cümlelerin arasına dağılır ağıtlar
ve bir çingenenin gülüşünde ayaklanır gökkuşağı
Semah döndüğüm Mevlevi aşklarım
birazdan ateşi karıştırıp
yakarım merhaba tütününden patikaların rüzgarını
bir karınca yolculuğunu tarif ederim
usul usul yoldan geçen dervişe
arındığım bir ozan şiiri , bir türkü ,bir resmi tutanak
ve çift kavrulmuş Türk Kürt kokulu hayat
...
eski bir hüzün açılır şimdi gramafonda
arka fondaki çatlamış bozukluğa inat
bangır bangır dirilir duyguların tecellisi
ve pencere kenarına tünemiş dalları karlı çınar
gözlerinin rahmetiyle seyreder
geçen zamanın yitik hatıralarını
ve
adresi kaybedilmiş bir mektup ağlar
uzakların kimsesiz postaları arasında
kağıdın beyazına düşmüş suskun kelimeler
el ayak çekildiğinde
bırakır kendini çırçıplak unutulmuşluğa
...
her yanında hürriyet açan kitaplar getirin bana
tulumbadan bastıkça akan
kirli suyla ıslansın paragraf başları
uğrunda insanlığın öldürüldüğü topraklara gömün beni
bir gülümseyen ay çiçeği
bir kız çocuğu doğuşunu getirin
geriye kalan haliyle
sessizce üşüyen düşlerime
sandığımız kadar kalabalık değiliz satılık yalnızlığımızda