12
Yorum
30
Beğeni
0,0
Puan
2897
Okunma

merhaba küçük hücre merhaba dipsiz şiir
masanın üzerinde
iki diş aspirin
yanı başında
artık ezberlediğim bir kitap
ve konusunu kafama göre değiştirdiğim haliyle duruyor
küçük pencereden süzülen ayın bacakları
bir kadını andırıyor
duvarlarda teslim alınmamış fotoğraflar
ve rutubete batık kokusunda nemli boya kalıntısı var
kitabın üzerine kadar sürünmüş küller
ezilmiş izmaritlerin arasından bakıyor çaktırmadan
yatağın artık küflenmiş örtüsünün üzerine
paramparça savruk
aklıma sevda düştüğü anda kopardığım tespih
sandalyenin kemik sertliğinde
uzatmış bacaklarımı memlekete doğru
ellerimi salmışım arzın bilmem kaçıncı metresine
başımı sola çevirerek dudaklarımın arasındaki
tütünü ısırarak düşlüyorum zatürreden birkaç anı
üşümenin ürpertilerini kirpiklerime asıyorum
gözlerimle üflüyorum ısıtmak için
saçlarımda mavilerin kaçakları bulutlar
dört yandan saldırmışlar siyahlara
birazdan kundakladığım bebekleri koparacağım aklımdan
yavaş ve uysal bir saklıyla bırakacağım
hayal ananın koynuna
ve ağlarsa ardımdan biri
tutup gökyüzünün memesini dayayacağım ağzına
birden keskin bir lavanta kokusu toplanıyor
dengesiz hücrelerimin basit bir oyunu sanırım
hiç olmayacak kadını hatırlatacaklar bana
ben kafamı çalarak duvarlara
mermi gibi sekeceğim arzudan arzuya
şimdi romatizmalar ağrısıyla akıyor dünya
önceleri yaşayanlar
bir mezarın taşına emanet bırakılmış
ve terk edilmişler tanrı katı son maceraya
dualarla ağıtlar akıtılmış gözün tuzlu sularından
hiçbir suçlamayı kabul etmeden
ölümünü resmileştirmiş ruh
geriye en fazla bir yıl sonra unutulacak bir acı bırakmış
ve çocuklar
hayatın ağır işçileri
tel örgülü öğretilerin içinde
saklanmışlar hayata karşı
büyüdükçe küçülen umutların
birer sadık suskunlukları olup kalmışlar
pamuk şekerden yana barışmalara oyunlar oynasalar
yetişkin yasakların savaşlarıyla yakılmış yarın bakışları
ve çocuklar
hayatın ağır işçileri
günaydın diyemeden sabaha
uyutulmuşlar gecenin arsız uçurumlarına
gittikçe sararıyor görüntüler
üşümeler arasında sıcak bir anne okşuyor boynumu
gülümsemek için zorladığım ağzımın yapışkanlığı
ağlamaya meğilli gözlerime bırakıyor rolünü
bin anne akıyor dehşete kapılan nehir gibi
ve teker teker dolduruyorlar beni koyunlarına
sımsıcak bir ülkede papatyalar tarlasında
sırt üstü yatıyor o an bedenim
yüzüme düşen sarı sıcakla kuş sesleri açıyor tenime
acırken her yerinden ömrüm
biranda kavuşuyorum kaybolmuş bir düş sağanağına
bilincim saatin tik tak boşluğunda buluyor kendini
üzülmek keşkelere tapınan bir insanın tanımı diyorum
ve sessizce boşluyorum kavramların kaypak gerçeğini
alnımda biriken sonuma inat başlıyorum gezgince voltaya
ağır ağır adımlıyorum her düştüğümde beni tutan yere
biri gelse pencerenin parmaklarından uzatsa yüreğini
sadece duyumsama isteği sadece duyumsama
kimselerin rencide olmayacağından eminim
bir dokunsam yüreğine
kaç asırdır kimsesizim sanki
kaç yüzyıldır sevgisiz
sadece bir gelse susarak dokunsam yüreğine
ve durmuyor aklımın medcezir ihanetleri
durmaksızın sürüyor içimde yıllanmış bir masal
her ortadan ayrıldığında hasrete seslerim
doluyor kelime kelime çocukluğuma
sonra gün doğuşları var diyorum akıllı anımda
kendimde uygun bir dille sakinleşiyorum
artık son sözlerimin yanına bıraktığım tek dal sigara
ve umudumu hiç yitirmediğim yarını koyuyorum cebime
birazdan hürriyete aç ruhumu teslim edeceğim
arkamda kitaplar dolusu bir dünyada
barış tohumları eken seyyahlar ozanlar düşünürler
düş kurmasını öğreten bilginler
yaşama hakkını çığlık çığlık nakış eden kadınlar
halaylar horonlar uzunhavalar türküler
ve başkalarının hayallerinde saklanmadan
kendi var oluşlarında büyüyen çocuklar
gökkuşağı altında alın teri tarlalar
yan yana dumanlara sarılı fabrikalar
ve içlerinde dünyayı yaratanlar
aşklar sancılar kavgalar
uğruna ölüme koşan sevdalar
yanılgılar unutkanlıklar yorgunluklar
ve hiç doğmamış ağlamalar
sarılar kırmızılar morlar
yaşanması gereken
ama yaşanmamış hayaller
yeşilin rahminde patlayarak serpilen bahçeler
ve sesini kaybetmiş dilsiz zaman
sağır yalnızlık kör karanlık bırakıyorum
son yolculuk telaşsız bir gerçeğin yansıması sadece
benden bir hoşçakal
ve mektupsuz kaybolmaktır kalan geriye
bitmeyecek bir ömrün realitesi...