6
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
2146
Okunma

’Zamanın tokmağı yalnızlığına buse kondurdu dağlarının,
mahcup bir eda, mağrur bir susuş
bir nara ve hâr bir tandır...’
Metanetin yağmur damlaları ıslatıyor
ağaran hayallerinin sancısını
bir ses doluyor ciğerine bir ah
bir deli poyraz koynunda cebelleşirken
çocuklarınla birlikte ağıda yanıyor bağrın
Zamanın satranç tahtasında vezir ve şah
asırlık bir zindanda piyonla mahkum
siman derin çizgilerin esâretinde
donmuş bıyıkların dudağını kanatıyor
sen ışığın rengine muhtaç bir ziyâ
’...Tanrı’nın kelam ettiği elçiler toprağı ortadoğu’
Tanrı’nın sözleri olan tüm satırlara yemin olsun,
sen insanlığın cihana doğduğu bir râhim
nasırları ayaklarına batan bir validesin
sen geçmişin geleceğe bıraktığı hatırat
geleceğin şekilleneceği coğrafyasın
Sağanak sağanak yağmıştı hani üzerine
yaratıcın emirleri, bâb’lar ve âyetler
bir elçi göğündeki ay ve yıldızlarda o’nu aradı
bir elçi gerdanındaki denizi ikiye böldü
bir elçi insanlıkla birlikte odunlarına ruh verdi
bir elçi aralı dudağının arasından rabbine yöneldi
Sen ortadoğu peygamberler yurdu
validelerin saçları ağarmış validesi
Âdem ile Havva’nın vuslat toprağı
oğullarından biri saçlarını öperken
biri de bileğinden ısırmakta
Ummanların daha bir sert ve cevvâl,
dağlarının yanlızlığı daha bir hazin
sınırlarında gözyaşı kuyrukları
bağrını deşiyorlar bıçaklaya bıçaklaya
haşmetiyle ve zarâfetiyle kale gibisin
hüznün kör kuyularında inlesin
Ben bilirim senin çıldırınca çöllerinde
esip gürlediğini, semaları sarıya boyadığını
kahpe bir uykunun rehavetindeyiz
ortadoğu kâdim düşler ülkesi
düşlerimizin üzerinden geç
ölü toprağını üffle üzerimizden...
’Tanrı’nın sesi ve nefesi bir sana bahşedildi,
hüzünlü olman sana farz kılınarak...’
5.0
100% (9)