39
Yorum
41
Beğeni
5,0
Puan
3707
Okunma

Seni ilk gördüğümde
gecenin diğer yarısıydı
gece ki saklamıştı utançlarını
ki o da belki çıkmadan önce evinden
sakladığı mektuplarını, kendi çekmecesine koymuştu
sen miydin yoksa o dediğim çıplak ışık
sokağın yalnız bir ucundaydın
hep öyle mi olurdu
hep uçta mı – uç uca mı beklerdin? - Bekledik mi?
sanki düştün düşeceksin gibi her an
dudaklarını acemice boyamıştın belli
kırmızısı ruhundan kayacakmış gibi
sokak lambasının vasıflı ışığı
göğüslerinin arasından
ya da göğüslerinin arsızlılğından sızıyordu
düşesler gibi sıkıştırmıştın göğüslerini
bak ben de bir masaldayım aslında der gibi
uzak gibi – uzağımmışsın gibi seyrettiydim bir süre seni
çaresiz bir öyküye bakar gibi baka kaldıydım sana
sen de bana bakıyordun – bakınıyordun- belki de
ağzında sakızın, sanki çiğnemiyormuşsun gibi
sahnede, bir fahişe rolünün galasında gibi
gözlerinden yağmurlar akar gibi
sarhoştum biraz, ama ruhum ayıktı
ki şöyle devam ettin – belki de
“ne bakıyorsun rimelime?” dedin
de kımıldayan dudaklarına heyecanlandım
“lan” da diyeceksin sandım
“ne bakıyorsun lan bir fahişeye bakar gibi”
diyeceksin sandım
demedin ama
biliyorum, bilmiştim
sen anladın o sokağın o adamı olmadığımı
“hiç” dedim sonra sana
anımsadın mı?
hiç de ne demekse
oysa
hayatımın en güzel hiçine bakıyordum ben o gece
gecenin aslında karanfil kokulu yarısında
körpe bir şiirden aşırılmış böyle bir cümleyle yani
sonra bildin de gözlerimden şehvetin yansımadığını
başından savar gibi konuştuydun
“hiç satılmıyor burada”
“koklamak otuz lira dediydin”
evet koklamak isterdim seni diyecektim sana
ama önce üstündeki kokunu sıyır da ondan sonra
diyecektim sana , belki de
“hani ağladığın zaman ki kokundan isterim “
diyecektim de kıpırdamadı, kıpırdayamadı dudaklarım
sen ağlamadın, ben ağladım ama
belki de sen ağlıyorsun, bense ağlayacaktım
tam karşında senin – senin karşında tam
sen zannetin ki durup dururken oluyor bunlar
ya bildin mi aslında – aslında bildin mi
durup durmadığını- durmadığımızı geçmişimizin
ağladığım belli olmasın diye
ki yağmur da geldi ya hemen
ama sen bildin değil mi o yaşları
nasırlaşmış bakışlarımı
çizdiğim resmindeki sevmeleri
“deli mi ne ne ağlıyorsun be adam”
Demediydin, bildin mi
sen de ağladıydın da sonradan
bölüştüydün sebepli bir bakışı
sen de , sen de,
“ben neden ağlıyorum şimdi?” demedin
ben ağlayınca sen de yaşlandın
ki sen zaten yaşlanmıştın
bildin sanki seni daha önce hiç görmediğimi
de soyunuverdin hemen sokaktan gizli
yoldan çıkmış sokaktan saklı
sırılsıklam soyundun
bir ben gördüm , bir de sen belki
bir de rüya. Hani o rüya. Gördükçe çoğalan.
Sonra ojesi silinmiş titreyen ellerini uzattın bana
çaresiz gözbebeklerinle istedin önce
götür beni dedin , dedin ki beni götür
“burası çok karanlık korkuyorum “dedin
“korkma birileri karanlıklarını unutmuş olmalı burada” dedim
elimi kavuşturdum eline
ne soğuk ellerin dedim
ölmüş bir bulutun bedeni gibi dedim
ne demek o dedin
boş ver dedim
anımsıyor musun
hiçten ve hiçlikten daha önceleri olmuştu
yürümeye başladıydık
“karanlık bizi yakalamadan gidelim” dedin
daha hızlı yürüdük
sokağın ucundaki binanın üçüncü katından bakan yaşlı adam
bizi seyrediyordu belirgin bir farkındalıkla
yaşlı adam bize bakarken gittikçe küçülüyorduk
bir markete gidelim yeni bir oje alalım dedin
“neden?” dedim
bunlar silindi dedin
silinen yaşamları hangi aseton çıkarır dedim
ne demek bu dedin
“boş ver” dedim
bildin mi?
sonra bir bataklık çıktı önümüze yürürken
ben yürüdükçe batıyordum – debeleniyordum
sense hiçbir şey olmamış gibi yürüyordun
ben coşkularıma kadar battım – çıkamadım da
tam nefes alamadığım bir zamanda
durup dururken ürkek elini uzattın bana
beni kurtarırken biraz da tebessüm ettin
sonra birşeyler mırıldandın bu sefer gülümseyerek
ne demek şimdi bu dedim
“boş ver dedin”
hatırladın mı? – belki de sonradan hatırladık
evimin önüne kadar geldik
ne kadar da sıkı tutuyordun ellerimi
“korkma bırakmam” diyemedim sana
“sen benim en güzel hiçimsin” diyemedim
hem ürkektin hem güvenen
“evin burası mı?” dedin
“evet burası evimiz” dedim
“evimiz mi ?”dedin
gözlerine bakarak yanıt veremedim
merdivenlerden- ki sonradan merdivenlerimizden
olabildiğince yukarı çıktık – yukarıya kaybolma isteğiyle
topuklu ayakkabılarının sesi yankılanıyordu
kapının önündeyken bir soru sordun bana
“bu kapı her şeyi açar mı?” dedin
beklediğim bir soru gibi hemen cevap verdim sana
“bu kapıdan girecek olanlara bağlı” dedim
bana baktın bir süre hareketsiz
ağlar gibi tebessüm ettin dudağının kenarıyla
sonra kapı zilinin kenarına iliştirdiğim
iki dal papatyaya ilişti gözün
önce alıp koklamayı düşündün
sonra vazgeçtin
sonra kapıdan içerdi girdin
kapıyı umuduma doğru yavaşça kapattım
tam o sırada
sokağın ucunda oturan
hiç tanımadığımız o yaşlı adam ölmüştü
bildin mi . - ki sonra sonra bildik bunları
sonra ürkek ilerleyişinle yürüdün
bir süre etrafı seyrettin mutluluğunla
biraz da benden ödünç aldığın mutluluğumla
ben o arada sana içki hazırlıyordum
birazdan yani bir kaç dakika sonra sana aç mısın diye soracaktım
sen o arada duvardaki tablolara bakıyordun
bir tanesine gözün takıldı
her tarafın aydınlık olduğu ama güneşin olmadığı bir doğa çizimine
güneşi arıyordun sanki ısrarla, tabloda
“bunları sen mi çizdin?” diye bağırdın
“Evet” dedim
“ressam mısın?” dedin
hayır dedim
sonra ben sana “aç mısın?” dedim
“çok açım, çok açım dedin” yineleyerek
hiç olmadığın kadar mutluydun
anımsadın mı – belki de sonra sonra anımsadık
yanına geldim, geliverdim
“güneş neden yok?” dedin
“o diğer tabloda” dedim
“o tablo baktığın tabloya yansıyor “dedim
bana baktın bir süre sevişmek ister gibi
dudaklarıma yapışıp donmak istedin
sana yalvarıyorum beni yanıltma demek istedin
ama diyemedin – belki de çok sonra dedin
bir yudum aldın içkinden
duvar dibindeki yayvan koltuğa oturdun
beni seyrederken bir yudum daha aldın
çok güzeldin - güzeldin çok
seni o sokak masalından kaçırmışım gibi sanki
gördüğüm binlerce rüya arasından en güzeliydin sanki
hiçbir şey söylemek istemiyordum
söyleyeceğim herşey biraz daha yoracaktı beni sanki
seni tanımak da istemiyordum
kimdin neydin umurumda değildi
sen benim en güzel hiçimdin
bildin mi? Belki de pek sonra bilecektik
sadece gözlerine bakıyordum
seninle sevişmek istiyordum
ama giydiğin kısa eteğin bitimine kadar görünen
bembeyaz bacakların da önemli değildi
ben saçlarını okşayarak sevişmek istiyordum seninle
sonra sen bana - sen- bana
“benimle sevişmek istiyor musun?” dedin
“Hayır” dedim
“sana dokunmaktan korkuyorum” diyemedim
bana aşıkmışsın gibi baktın – bakıp durdun aşık mıyım diye
yutkundun – koca koca ve gizliden
birşey diyemedin – hiç diyemedin
“ne iyi bir adamsın sen” bile diyemedin
hatta kısa etekli halinden utandın da biraz belli etmeden
“giyebileceğim bir pijama var mı?” dedin
olacaktı dedim – düşünceli - ?
çıktım salondan – sonradan- salonumuzdan
sen o arada balkona çıktın
mavisi solmuş çantanı açtın
ve makyaj malzemelerinin hepsini aşağı attın
içeri girdin- belki de içime girdin -girmiştin
vitrinin içinde benim de olduğum bir fotoğraf dikkatini çekti
“sevgilin mi ?”diye bağırdın
“ne dedin ?”dedim
“vitrindeki fotoğraf “ dedin
için acıdı biraz, belki tuhaf bir endişe
vereceğim cevap mutluluğunu burkabilirdi
elimde pijamayla yanına geldim
“yaşarken öyleydi” dedim
“çok üzüldüm gerçekten” dedin
sen yaşıyorsun ya dedim
önce gözlerime baktın
sonra dudaklarıma
uzun uzun baktın yine
anımsadın mı – ya da kaç zaman sonra anımsadık
Sonra üçlü koltuğa uzandın
“çok yorgunum” dedin
“ben de” dedim
üstüne bir pike örttüm
“uyumak istemiyorum aslında” dedin
“ama uyanmak da istemiyorum” dedin
“müzik dinler misin?” dedim
küçük bir kız çocğuğu gibi kafa salladın
sadece o masum göz kırpışın bile her şeye değerdi benim için
tüm yorgun günlerime
yenik düştüğüm tüm zamanlara
tüm kırgınlıklarıma
edith piaf sever misin dedim
“çok ama çok” der gibi baktın gözlerime
öyle güzel kıvrılmıştın ki yattığın yere
ah bir okşayabilsem saçlarını
ama, “erken” demenden korktum
geç kaldık oysa – kaldık oysa geç
anımsadın mı- ya da anımsadık mı sonra?
ışıkları ve sıkıntılarımı kapattım -
mumları yaktım – içimizdeki ve odadaki biraz ışık yetti
mum alevinin biraz aydınlatabildiği koltukta oturuyordum
içkimden bir yudum daha aldım – mezesi, yanında biraz suskunlukla
iyice yumuşamıştı bedenim – kalbim, ruhum
“bu müzikte sevişmek harika olurdu” diyemedim
“bu müzikte saçlarını okşamak bir şiir gibi olurdu” diyemedim
sense iyice karanlıkta kalmıştın, dünlerin gibi
oysa karanlıktan kaçalı yeni olmuştu senin için
kötü karanlıklardan – sinsi siyahlardan
“bizimki iyi karanlık ama değil mi “de diyemedim
seni seçemiyordum – sessizliğini seçebiliyordum
birkaç metre ya da bir heyecan boyu uzağımdaydın
sadece kokunu ve nefes alışlarını hissedebiliyordum
bunlar bile yeter de artardı bile – ki artardı benliğime
müzik hiç bu kadar yakışmamıştı sessizliğimize
bildin mi ? belki de hiç bilemedik
“beni gerçekten..”
dedin
sonra sustun
ben hiç bir şey söylemedim bir süre
sonra dudakların önce davrandı senden
belki de güvenimizden aldığı cesaretle
“beni gerçekten öpmek istemiyor musun” dedin
hiçbir şey söylemedim
yüreğimde birden oluşan dalgaları hissettim
ayağa kalktım
sessizce yanına süzüldüm
bir süre öptüm seni
edith piaf ne güzel söylüyordu , milord adlı şarkısında,
*“Ben sadece bir liman kizi..
Ve sokağın bir gölgesiyim
Gene de çok yakınınızdan geçtim…”
bir yandan saçlarını okşuyordum
çok mutluydum değil mi?
tam o anda- anın tam o kısmında
o yaşlı adamın kızı girdi
yaşlı adamın o evine
babasını ölmüş görünce
hiç çığlık atmadı – atamadı – lal bir çaresizlik belki de
feryat etmedi- edemedi- dilsizliğine yenik düşüp
karanlıkta ağlamaya başladı – başladı ağlamaya karanlıkta
babasının yanı başında – kalbinin hatırlattıklarıyla
biz karanlıkta sevişirken – sevişirken o anları bilir gibi
tam o sırada – akrep , yelkovan ve diğerleri biraz utanmışken
seninle geçmişim sevişiyor aslında diyemedim
ama çok mutluydum
bildin mi? – bildik mi peki kaç mevsim sonra?
Oktay Coşar
5.0
100% (37)