11
Yorum
14
Beğeni
0,0
Puan
1699
Okunma

ne zaman kalbim titrer
o zaman yıkılır surlarım
sedefler taşar cümle sözlerimden
kederim bulut olup hicrete çıkar
çembere düşerim yolları sana çıkmayan
gözlerim karanlığa dönüşür İstanbulun örsün de
gülümsemem kesilir günün en olgun saati
gölgesi henüz büyümemiş alnı mor bir adam yürür pier loti de
rüzgârlar eteğini sarar, elinden tutar götürür bezm-i âleme
korku dağılır, kırılır umut
dilimlenmiş ay düşer toprağa
ölüler önü sıra tığ-ı müjgan uykusunda
ölmeden ölümü anlamak ihtilali başlar
sağanak başlar en hüzzâmlısından
ecel nâza geçer bu yüzden
oracıkta rüya ürker
göz bozgunda
kızıl bir gül düşer
lâl eden dualara çözülür dilim
terkimde taşıdığım hayali bir şiir öper kafiyesiz
fizân yakın görünür zambaklar uğuldar kulaklarımda
biliyorum gökyüzü ne kadar maviyse
o gün;
elest bezminden bir ekmek kokusuna vurulur içim
yâr şavkır heybeler dolusu cemreye dönüşürüm
açlığımı giderir sahrâ da hallâc-ı mansûr
hüzün gömleği giyinirim kaktüsten
yontulur bedenim
ey yâr
bir hilâl içre yüreğinden yana akacak
çağırırken yakamozlar, yahut turkuaz
şems hilâl içre olacak bakışların
melâlini kan kesecek
akacak oluk oluk
şadırvanlar vahşi ve duru boşalırken ırmaklara
ırmaklar okyanusa boşalır nil gibi çağlayarak
sonra pier lotiden durup biri bakar sana
dilinden kâse-i fağfûra dökülüp üflenirken
ölüm ve su;
sonrası yok;
hepsi bu.