5
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
1910
Okunma

Ihlamur ağacına açılırdı mutfak pencerelerimiz
dağların yeşil rengine dalarken gözlerimiz
gülüşürdük hoyratça
dinmeden
nefessiz kala kala
sarı bir tişört giyip üzerine, çıkardın dışarıya
gözlerim dalıp giderdi saçlarına ay misali
merak ederdim ne zaman tutulacak diye gözlerin
gözlerimin kıyısına
matematikten hep zayıf alırdın, zayıftı matematiğin
bir kere olsun sana yardım dahi edemedim
bazı geceler aynı kitabın, aynı sayfasına bakarken
duvarın ardında senin olduğunu aklıma getirip
soruları çözmeden, bırakıverirdim
adı vardı sevmenin
bir gün pembe bir elbise giyip
dışarı çıkmıştın
gözlerimde seni gören annem
usulca söylenmişti kulağıma
’seviyorsun değil mi
hani şu komşu kızı Şule’yi?’
ikinci kattan depremlerle titrediğimiz
battaniye ile sokaklarda dolaştığımız günlerde
bir kız vardı daha yanakları kıpkırmızı
bir gün babasını görmüştüm motor üzerinde
siyah gözlüklü adam, hem de fiyakalı
bir başka şehirde yağarken usulca kar taneleri
bir küçük kızın, ufacık elleriyle Celalettin’i sevmeleri
Zafer’den zeytin gözlü şarkılarla sınıfça dinletileri
soğuk ve ayaz altında binlerce kez aynı yürekle
sevgiye dilenmeleri vardı
su gibi hiç kirlenmemiş hani
bir gün o kız da büyüyüp, rüyasından uyandığında
hülyasına takıverdiği küpeleri eski bir sandığa koyup
bağlamaktan usanmış saçlarıyla
aynı resmi çiziverdi
beyaz elleriyle çiçekli bir elbise giyindi
saat on ikiyi on bir geçe
gözleriyle aynı masala inanmış gençliğinden kalma izleri
sürmesiyle gökyüzüne işledi
adı vardı sevmenin
Şule’yi anlatan bir sürü şiir vardı
kendi kokusunda yanarken kelebekler
hülyası kalmamış aşkına bebeği gibi sarılıp
ara sıra taktığı altın kolyesini avuçlarında
hikayesinin son cümlesi kadar manidar sakındı
yorulan gözlerin ardınca
yüreği pas tutmuş insanlara inat
aşka da, kavgaya da tutulmadan
bir çenginin toprak raksında
son bir gülücüğü çocuğuna emanet edip
bir kadın daha uyudu her sabah
gök yorulunca ağlamak için
o kadının adına da ‘anne’ dendi
.
5.0
100% (7)