26
Yorum
16
Beğeni
0,0
Puan
1834
Okunma

aynaya koştu
orman çalısına benzeyen
geceden dolaşık saçlarını taradı
yüzündeki derinleşen çizgileri elinin tersiyle ütüledi
“hıh..fena değilim “ dercesine
büktü dudağını
salona geçti
oradan odaya, aldırmadı dağınıklığa...
sahil kokulu panjurlarını açtı
derin bir nefes aldı, rüzgârın dudağından
iyot kokusu genzinde hoş duygular yaşatırken
yan binanın teğetinden, boyunlarında etiketli çığlıklar
martılar geçip gittiler
şehir uyanmış
gürültü kirliliğine çoktan el açmış sokaklar
puslu duvarların yüzünde güneş lekeleri
gecenin yorganını atamayan kedilerse
sıcak köşelerde...
serçelerin
cikirteştiği alçak dallardan sarkan elâ hüzünler
sırça adımların kalabalıklaştırdığı kirli kaldırımlar
ve apartman çöplüğüyle ağırlaşan mahalleler...
kapattı gözlerini
görmek
duymak...
inadına beş duyusunu hissetmek
istemiyordu
yine de
saksısında toprağı azalan
gövdesini dik tutmaya çalışan
sardunyanın feryad-ı figanını bastıramıyordu
masadaki yarı dolu sürahi...
kadın
bıraktı kendini deve tüyü renkli kanapeye
bir bacağını yere, bir kolunu arkaya attı
gözleri tavanda öylece asılı kaldı
uzun bir geceden sonra uzun bir gün...
nasıl geçerdi zaman
yaşlılığın verdiği arsız rehavetle
bu koca şehrin çapak tutmuş gözlerinden
ve paslı yüzünden yalnızlık
akarken ellerine
öylesine kaldı kıpırdıyamadan...
ta ki
kapının zili çalıncaya kadar
adımlarını sürüye sürüye gitti
“almasam olmaz mı?”der gibi mahzundu bakışları
Halil efendiden ekmeğini, sütünü alırken
mutfağa
gittiğinde sessizce ağlıyordu
müebbete çevrilmiş sonsuz tutsaklığına...
ayşe uçar
12/02/2012