7
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
1710
Okunma
’bir kenti yakmadan terketmek zordur
bilinen bir kanunu çiğnemiş gibi
tüm teorilerinde aynı statik bozukluk
ve mühendisliğin son harikası olmayı
isterken en son tahlilde korkusuzluk
giderken bir şey unutuyorsun çantanda
umduğun gibi bir unutkanlık kadar eski’
kutupların farklı isimleri olmalıydı;
artı yerine sen
eksi yerine de
hiç olmayacağını bildiğimiz ben
olmadığını bildiğimiz isyanlarda
tek tek çizdiğimiz martıların
kanatları kadar kısa
ve bir o kadar da yaşanabilirliği adına
dinlemeliydik ressamları:
’-umarım bugün simsiyah bir kıyıya şiir düşecek’
elbette karşı koyulmazlık yasasında
çekmeliydik birbirimizi
ellerimizi kanatmadan geceleri
planlamadan hiçbir buluşmayı
mesela bir daha kurutmadan gözlerimizi
yitim düşlerin reenkarnasyon edimlerinde
normu kırık aşk düğümleri gibi
aynı ressamın elleri boyalı olmalıydı
aynı sırada birkaç fotoğraf
sarı
sonra yine ondan beklerken tinsel bir ziyareti
kırmızıları dahi sevebilmeyi, ardına defalarca
çekebilmeliydi hindu bir bilge gibi gözlerimiz
ifade etmek için filmin ay’a çıkan merdivenini
tabi, ressama söz hakkı vermek yeminli şiirdi:
’-bazen de zaman sevmenin unutulabilir yanı’
dillerin ezilecek aynasında avuçların kadar
şimdi bakmaya gönüllü ilk aşığın öpüşlerinde
iki çiziğin kuru sözlere ait huzursuzluğunda
çiçekler dahi bayat sevilebilirdi mesela
ressamı son kez dinlemek için yerimize geçip
aynı pozu vermekten bıkmadığını bildiğim için
hiç utanmadan sırıtabilirdim aynı dünya karesinde
aynı kare
birkaç trilyon piksel içinde
birkaç yüz kilometre hasretle
...
ve
ressam mutluydu
olması gerektiği gibi...
5.0
100% (9)