“O’ nu unutacağımı sandığım da olmuyor değildi.
Ama unutmak insanın yapacağı değil, başına gelecek bir şeydir.
Ve benim başıma gelmedi...”
John Fowles
/Sen hep o
güle öykündün
Gülün suya
hasretliğini anlamak istemezken
Ne kadar da kabulsüzdün/
Bir
kadın sterilize
sevgiler paketliyordu yedek ecza dolabına
Dizleri kanamış
çocukluğunu düşünürken
De
moralize takatini teselli ederek
Hep o adamı iyileştirmeyi diliyordu
Adam, sıtma nöbeti geçiriyordu
kadının aklının içinde
Bir film karesi gibi gözünün önünden gitmeyen acınılası bedeni
Kıyama durmuş gitme isteği ve adamın dilinin ucundaki kal ümidi
Gidememek; prangaya vurulmuş bir mahkum çaresizliği
Kalmak; öylece kalmak, kalakalmak, kaçacak yeri olmayan kafesteki tavus kuşu gibi
Sarnıç edasında her ayrılık girişimini toplayıp sonra taşamadan
Mübalağa neşelere katık;
hüzün -lüzumsuz birikim-
Ve coşkuya ramak;
yalan kahkahalar –dayanak-
Zor değildi mutlu olmak imkansızlıktan sıyrılabilseydi
sevgi ZATEN MUTLU OLMAK İÇİN MUTLULUK DA ŞART DEĞİLDİ!
Yasaklar bu kadar haz vermeseydi göz parıltıları
yıldızlara nasıl değerdi
Ve kurban verilmeseydi kalp, en dibine batan çarpıntı nasıl ‘kan damarına’ çıkabilirdi
Zor değildi
zamanın kuşatmasından sıyrılıp an’a gebe umut doğurmak
Ten böyle istekli, böyle kızıl, yangın rengi arzulara
sevdalı,
aşk’a fedayken
Günah kokusu ne renkti bilemezdi ki
kadın, serap görürken
Ferman olurken aklı bilemezdi adam, böyle
aşk’tan ölürken
Kaybolup gitmek vardı ya!
Unutmak için erken
Sevdiğinde
Perişan olabilmeli insan fulya/nisan2011