derler ki; kurban edilmeye götürülen genç bir kızın ayağı,
ölüm yolu üzerinde suya değdiği vakit
kuşlar, yeryüzündeki tüm suları bulanık görürmüş.
ağaçları göklerinden kırarak başlıyorsun öğrenmeye.
biraz daha uğraşsan,
yazmak kadar okumayı da sökeceksin gövdemden.
hani biraz daha baksan, bir yerlerden çıkaracaksın belki dudaklarımı.
bir kapı aralığı kadar mı olur dersin büyüklerin yarası?
kalbi dirseğinden kırarak başlıyorsun böğürtlene.
gündüzleri altını ıslatan bir
çocuk gibi!
yeni ergen olmuş genç bir kız gibi!
karanlığı seviyorum diyorsun.
kanı seviyorum;
bana doğru akan bir nehir ellerin
nasırları ile yırtıcı
genişliği ile önüne katıcı.
nehir; bir ovanın iki kaşı arasına sıkılmış ıslak bir kurşun.
ya da, aşık olduğu
kadınları öldürerek seven şövalyenin,
biraz sonra ölecek olan son
sevgilisi ile kendi arasında duran kılıcı!
bazı nehirler çok acıklı akar
sevgilim.
yeri gelir devlet olur: kışları üşümüşlüğümüze kütük taşır.
yeri gelir tozlu arka camında;
"sana geliyorum beni
hüzünle
beni yüzünle
beni sütünle yıka" diye yazan cenaze arabası olur;
beni vururlar, sana beni taşır.
göğüs çukurun tek sığınağımızdır artık
çocuklar için.
geride bir tek ihtiyarlar kalır.
bulutu gökten ayırarak öğreniyorsun yaşamayı.
"hadi biraz daha sıkışın
çocuklar! biraz daha!
orası en az bir
gül daha alır!"
adını paylaştığım bir dengbej daha vurulur dağa ıslandığımda.
kalırsan kime hizmet?
gidersen kime kısmet..
kabuğu suratımdan ayırmadan göremiyorsun göz yaramı.
biliyorum, yaram yaşamaya hiç benzemiyor.
dudakların da kuruyor dalımda,
dil de!
gül de!
bazı nehirler o nedenle hep acıklı akmıştır
sevgilim
onlara benzeyen
aşklar bir de.