10
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
2049
Okunma

aynı kuşlukta başlıyoruz güne
sen yoksun,
içimde anlatılmaz bir delilik belirtisi…
belki bende çıkacağım bedenimden
ya da beden seni beklemeden
bir vapur gibi ayrılacak limandan.
ölüm işimi daha da zorlaştırıyor;
söz dinlemeyen çocuk oluyor ellerim,
batık gemiler oturuyor içime,
günü dolduramıyorum
ve eksik yazılıyor yevmiyem
boşluk hepsinden kötü
kötürüm
ve körkütüğüm
ayaklarımla isyanların son perdesini oynuyorum.
uçuk bir mavide başlıyor her şey
oysa kendine kalsa bu ömür
taşıyacak sevgiyi,
depremin sesi
yıkımdan önce gelecek.
asıl uğultu yürekte başlıyor biliyorsun…!
sen ölümlere çoğalırken sevgili,
ben yalnız kalırım,
azalırım şişelerin dibinde
sen kalırım…
ölü toprağı serpilen yüzünü güneşle yıka,
yağmurla dağıt saçlarını,
kederlerle ör
bak gör nasıl çoğalır coşkum.
neyin kırılmasıydı
gözlerinin hep mavide kalışı..?
beynimin altında
bir emanet gibi taşıdığım bedenim…
bir zamanlar benimdin.
şafak artık neyin kırılmasıydı gün doğarken..?
acını ateşle..
üşümek yakışırdı buluta,
güne yeniliyor gövden.
dudakların köpük köpük kopuyor mevsiminden,
ikimiz arasında kalıyor zaman.
deniz öyle tek başına maviyi barındırmıyor içinde..
içimde bütün renklerin rehin tutkusu,
ölüm hangi renkte çoğalıyor bir başına..?
ışık kendini uzaklara taşımaktan yorgun…
yoruldu bütün yürekler
ve kan kaybediyor yaşam,
aşk ikimiz arasında kalıyor
ve bu çocuk neyin artığı…
bir bedelse çekilen acıların toplamı
bizi yoklara yazın,
unutulmuş bütün sevgilerin sevdasına y(azın…
sen cehennem dedikçe ben ateş alıyorum,
sen unutmak deyince ben kül,
senin sustuğun yerde dillenir korkum,
senin olduğun yerde ipini koparan uçurtma oluyorum…
uykusunda terk edilmiş bir çocuğun
kaderiyle
yüzleşecek kadar cesaretin varsa,
gördüğün yerde sarıl ona.
verebileceğin en büyük armağan sevgin olacaktır,
aşkın da ötesindedir emek
bu da ne demek diye sorma, sarıl yalnızlığına.
oysa bu şarabın tadında bir eksiklik var,
yoksa gün bu kadar durmazdı suskunluğa.
her şeye bir tanrı uydurmuş insan oğlu...
yada kızı ne bileyim,
yada Allahın kulu...
tek kelime ile ben aşkın kulu,
ben aşka tapıyorum ey tanrılar,
daha ne kadar geciktirebilirsiniz cehennemi..?
bir sevişme ne kadar uzarsa
haz da büyüyor dedi bir adam.
adamın başında şapkası yok
bütün sokaklar pisiliği açılıyor,
bütün şaraplar yüzüme,
üzülme desende yetmiyor artık
gözlerim cesetler yorgunu.
yağmurlarda yetmiyor arınmaya,
çoğumuz cenabet göçüyoruz bu dünyadan
zaman ölümle uyaran bir şarlatan...!
susarsan;
susuz kalıyor bütün çiçekler,
bütün böcekler doğa kaçkını,
sen aslında çıplaksın ateşle sevişirken..
yarını döllerken yorgunsun,
sustu içimizdeki kuşlar
yoksa bir yerlerde ölen mi var..?
her şey biter diyorsun ve karşımda duruyorsun,
sen nelerin toplamısın ki bana yetiyorsun...
güneş yine gecikti deyip öpüyorsun boynumdan,
dudakların cehennem uzantısı ateşin sofrası.
rüzgar durduğun yerden üşütüyorsa beni,
bu sabah beyaz daha çok yorulacak.
atları özleyecek vakit yok diyorsun,
ısırdığın yerlerden gül değil kan açıyor..
bak komşun emine teyze pencereleri açıyor,
ışıklar sonuna kadar sürgülü geceler sersem.
sen aşkı bitir, ben seni...
ellerin, uçurtması kopan bir çocuğun gözlerinde gidiyor,
bitiyor bir gün, özlemesen umutlar da bitiyor,
itici oluyor anlam
”offf aman” deme hiçbir zaman…
sevmeye ve sevişmeye vaktin olsun,
nasılsa ölüm bekler yaşayanı..
bak ölüm dedin de bu kadar kolay mı..?
ömür teyze bu kadar ağrılarına ve ağırlığına rağmen
her gün dualar ediyor,
ya da tanrı duymuyor dediklerini,
uzatmaları oynuyor,
dünya uyuyor,
dokunsam suç oluyor...
bana kalsa saatlerce tek noktaya bakabilirim,
gözlerim biliyorum beni de aldatıyor.
ne kahpe bir dünyada yaşıyoruz,
her şey birbirini aldatıyor..
bir dalın kırılmasını yaşıyor kuş,
bülbül gül solunca susuyor.
susmanın da bir çeşit terapi olduğunu bilse,
evdeki kadın saçlarına kınalar düşmeyecek.
içimdeki boşluğa dokunsan
kendinin uzağına düşeceğini biliyorsun.
sevsen bu kadar katlanmazsın,
gitsen, kaldı ki gidecek yerin de yok,
yoksul bir hayatı paylaşmaya hazır değil ellerin
umut tek başına da yetmiyor..
açıkta kalmış dünya
boş verdiğin noktada kendine geliyorsun,
bir kırılma noktasında buluşuyor zaman.
özgürlük sanıyor birileri nefes almayı,
bir güle dokunmayı sevgi sanıyor,
her ses önce kendini boğuyor.
toplasan bir şişeye sığmıyor insan,
şişe kırılsa aşkın deli rengi çıkacak ortaya.
sen uykularda büyü küçüğüm,
ben ayrılıklarda büyürüm...
sen kendi bedeninde delisin.
evet ilk ayrıldığımız eylül değil ki bu,
ilk ıslandığımız ve üşüdüğümüz gece değil ki..!
sen uzun ip atlarken altından geçerdim,
geçerdi kendinden yaramaz çocukluğum,
bıçağın her yüzü yetiyordu bizi korkutmaya.
sığındığımız en son pişmanlığımızı hatırlıyor musun..?
yine anlamını yitiren sorular soruyorsun,
hep tersinden asıyorsun kirli çamaşırları,
biri görse senin aşkta ne kadar ecemi olduğunu anlayacak.
oysa tanıdığın mumlar çoktan eridi geceyi ısıtırken,
düşlerini anlatamıyorsun hiç kimseye.
yüzün ne çabuk yaşlanıyor göğüslerini öperken,
dil her dilde konuşacak kadar ustamı gerçekten..?
kendi gölgesine tünemiş bir guguk kuşu
uyandırdı rüyadan,
haydi, gel ne olur
gün kaybolmadan…!
datça eylül 2009
İsa İnan
5.0
100% (4)