1
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1065
Okunma

maria’ya
elimi uzattığımda çiçeklere
seni görürüm yakanda
siyah bir intihar mektubu
ince ince sızan ellerime,
okuduğum son şiir kitabı
mayakovski’nin vasiyeti
uzaklaştı iskeleden ıslandım
ayaklarımın ucuna
usulca bıraktığın bulut
tuzlu suların kokladığı gül demeti
ardından kızaran ayrılık
oturuyor ulu meşenin altında
yüreğim çarpan balık
dilim asi bir ezgi
ezginin içinde yüzün.
ey maria! sana koşarak geldim
çöllerden yalınayak saç sakal
bütün serseri görünüşümle
güneş unuturken saçlarını kumlarda
güzel ülkemizi terkederken
büyük denize doğru
taşlandım ve övgüler aldım halkımdan
ıssızım şimdi sana gelirken
çıkmaz bir sokağım akşamın mendilinde
surlarla kaplıyım açım
tozlu anıları süpürünce rüzgar
gök delindi sana geldim
bu yağmurlu akşam
taş avluda yalınayak
sana çöl yağmuru getirdim.
her bahar kuruyan erkekliğim
ölümü bekleyen ihtiyar bir kartal
nabukadnezar’ın babil’e sürdüğü
küçümseme samiryelileri
onlar yehova’nın baltasını
kudüs’te süleyman’ın tapınağında
insanların oyunlarına vurdular
kiros sürgünleri affedinceye kadar
peygamberler ilya, ezra
amos, nehemya ve işaya
acılarımı kutsal yazılara döktü
sayıklamalarım yüzyıllar boyunca
geçmez oldu kenan ülkesinde.
düşten yapılmıştın maria
yaşıtların arasında
en güzen sen ağlardın
ağladık gözyaşlarımızı
içimize akıtarak yıllarca
sen tüccarları biriktirdin
ateşini onların gözyaşları söndürdü
beni tanrıların avuçları.
dua gibi düğümlü
yüreğimdeki ipin uçları
biri sana diğeri tanrıya.