0
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
19
Okunma
Mağaranın içinde duruyorum.
Dışarısı rüzgâr,
içerisi duman.
İkisi de aklımı karartıyor.
Birini seçmem isteniyor
ama seçmek
henüz icat edilmedi.
Elimde bir taş var.
Keskin.
Av için diyorlar.
Ben bakıyorum,
taşın içinde
başka bir şey görüyorum:
bir gün
elimden düşecek olan
kendimi.
Babam avdan dönmedi.
Kimse sormuyor.
Sormak zayıflık.
Zayıflık
henüz gizleniyor.
Bir hayvan devirdim bugün.
Kanı sıcaktı.
Herkes sevindi.
Ben gece
o sıcaklığı
ellerimden yıkayamadım.
İlk defa
güçten utandım.
Ateşin başında oturduk.
Herkes sustu.
Sessizlik
ilk kural oldu.
İçimde bir ses
konuşmak istedi
ama boğazıma taş bağlandı.
Bir çocuk ağladı.
Erkekler güldü.
“Susacak” dediler.
Ben biliyorum,
ağlamak
en eski dildir.
Ama bu dili
yasakladık daha doğmadan.
Gökyüzüne baktım.
Yıldızlar dağınık.
Kimse toplamamış.
Demek ki
dünya
düzenle başlamamış.
Bir gün
ben de güçlü olacağım dediler.
Güçlü olmak
çok ağır bir şeymiş.
Omuzlarım çöktü
ama bunu kimse görmedi.
Görülmek
henüz icat edilmedi.
Taşa bir iz kazıdım.
Ne anlatsın diye düşünmedim.
Belki biri
yıllar sonra
elini sürer
ve der ki:
“Burada biri
fazla hissetmiş.”
Adım yok.
Ama yüküm var.
Ve bu çağda
yükü olan herkes
erkek sayılıyor.
Eğer bir gün
taşlar parçalanırsa,
bil ki
bir adam
çok uzun süre
kendini tutmuştur.
5.0
100% (1)