1
Yorum
8
Beğeni
0,0
Puan
140
Okunma

aynaların şekilsizliğinde
kırılırken gölgem,
taşınmaz ırmaklarında
yıkanırken yüzüm
havaların;rüzgara
ve bulutların
maviden siyaha
dolaştığı zamanlarda
düşlerin siliniyorsa
bağ bozumlarında
bir vurgun gibi
tenimde, hasretin
hararEtimle
ışığın tenine
dokunma arzusu
ve sadakatinde rüzgarın
mum alevi ile
kucaklaşma coşkusunu
boşluğunun dehlizlerinde
el yordamıyla arama
telaşlarındayken
sobelenirsin
alabildiğine
uzun gecelerde ki
geçip giden
mavi bir bulut olur
-sözler-
bıçağın havaya
saplanması gibi
acemi bir gösterişte..
dilinde/elinde/teninde
ve hiç, önemlide değildir
bilmece değilse şayet.
yarı açık unuttuğun
kapılardan sızarken
günleri zamAnın
biz,
bir biri ardına
söylenmemiş sözler
bırakıyorduk
bir merhabanın
eşiğine
alışıyorduk
yani birbirimize bile...
eksik sayfalarda,
korsan basım kitaplar gibi
dizilmeden raflara,
saklanıyorduk/
bir kaç parmak ağırlığınca
dokunuşlarımıza
..biçimsiz/
eksik haritalar çizerken
omuzlarımıza...
söylenmemiş sözleri öldürüp,
kavim kavim serpiştiriyorduk
uyumadan hemen önce
akacağımız ırmağın/yatağını
daha şık yapsın diye
duygularımızın üzerine ki
kendimizi kandırıyorduk,
kendimizin uydurduğu
yalanlarda...
ben,
sağanak oluyordum.
sen,
bir göçü taşıyordun sırtında.
bütün inandıklarımız
bu yüzden sırılsıklam
oluyordu sadece...
anımsa,
bir çocuk uykusu buluyordun
erken kalktığın sabahlara
bazen karanlıktan korkan
belkide uslanmış artık şimdilerde...
tabiri yapılmayan uykularda,
rüyalarına uyurken sen
ben sayıklamadığın
bir düş/
-düm
ne vakit
senli bir düşe çarpsa/
kanıyor yüreğiM
tekrarlanırken sözleriN...
sen gidiyordun evet
yüreğine işaretlenmiş bir ben
ve saçlarının arasına saklanmış
bir kaç masal kahramanıyla,
korkutulmuş bir çocuğun
suskun çığlığıyla kaçıyordun
seni izliyordum/
ve hiç unutmadım...
söylenmemiş sözlerini,
merdivenleri,
saçlarını ve savurmanı
şiddetini sonra ki
bir yankı gibi dağılmıştın
tüm boşluklarıma...
kabuk bağlayan
yaralardan
akan kan kadar sıcak
ve kırmızı.
çarpıyor mu
sana da
sol göğüsünün
altındaki
et.
peki.
(...)