4
Yorum
18
Beğeni
5,0
Puan
261
Okunma

Savaş açtım yokluğuna…
Çünkü gece, senin olmadığın bir ülkedir artık;
gökleri yıkık, rüzgârı yetim, ay bile yarım dönüyor
Adının suskunluğu omuzlarıma çökerken
içimde küle dönmüş bir şehirde dolaşıyorum deli divane
her köşe başında sana benzeyen bir gölge beni izliyor.
Bir vakitler gülüşünün konakladığı yüreğim,
şimdi harf döken bir değirmen gibi dönüp duruyor;
her dönüşünde senden bir anı öğütüyor
ve ben her un tanesinde biraz daha eksiliyorum.
Savaş açtım yokluğuna…
Karanlığa tırnaklarımla çizik attım,
içimdeki kırık saati yeniden kurdum
ki zaman senden geriye ne kaldıysa
yavaşça uyandırsın diye.
Ruhumun derinliklerinden bir ordu topladım:
kırgınlıklarım ön safta,
suskunluklarım mızrak gibi sivri,
Umudum;
evet, hâlâ ölmemiş olan o inatçı kıvılcım
arkadan yürüyen yorgun bir asker.
Savaş açtım yokluğuna…
Gözlerimin karanlığına çöken her anını karşıma aldım;
bir hesap günü gibi, bir mahkeme salonu gibi
oturttum hepsini karşıma.
“Niye böylesine eksilttin beni?” diye sordum suskunluğuna.
Öğrendim ki;
insan en çok kendinden vazgeçtiği yerde yenilir,
en çok kendini sevdiği yerde iyileşir.
Ben iyileşmeyi seçtim.
Yara izlerimi taşımayı değil,
Yeniden doğmayı istedim.
Bu yüzden savaş açtım yokluğuna.
Senden değil, seni benden koparan karanlıktan intikam aldım.
Şimdi her adımım daha dik, her nefesim daha temiz.
Bir insan, her yokluğu yenebilir,
yeter ki yüreği susmayı bırakmasın...
Öyle işte...
Sk
5.0
100% (6)