Bir aynanın içinden çıkıp kendine doğru süzülen ışık gibiydin.
Ve biliyorsun sevgili, imgeler hep ürkektir; kalemin ucunda titrer, şiirlerinin içerisinde unutulmaktan korkar.
Sen ruhunu bana teslim edince gölgeni giyindim ben, ıslak ayak izlerinden sana doğru yürüdüm.
Göğsüne dayayınca göğsümü bir patlamanın ilk kıvılcımı gibi titreşti içimizde sözün ihtilali.
Diğer yarım, gel dedim, susma dedim, çünkü her konuşunda eksiklerim bir bir tamamlanıyordu.
Belki de anlamalıydım: Ruhum sana koşarken tabanlarım hasretin gibi yorulmuştu çoktan.
Sen benim göçümdün sevgili, gidemediğim yolların şiirlerimdeki harflerdin; yürek coğrafyama yerleşik düşen ilk enlem Sendin.
Derin dehlizlerine sığınıp toprağını işledim; nadaslarına ektim içimi. Yeşerttiğin her tohumda yeniden doğdum ben ama gün geldi Yüreğimde yeşerttiğin her şeyi lanetleyip gitmek istedi nefsim.
Susuşlarında aptalca vedalar asılıydı, oysa sınırları çizilmiş tek toprak parçam sendin.
Sonuç mu? Henüz yaşanmadı sevgili. Belki de en büyük cevap, hala içimde tamamlanmayan o susuşundadır.
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Şiiriniz güzel. Şiirle paylaşılan Muhammed Mutemidi şarkısı daha güzel. En güzeli ise Hafız-ı Şirazi...İranlılar onu “dili dokuyan” diye çağırıyor. Bana sorarsanız, dilden çok zamanı dokur Hafız. Bir gecenin, bir şarabın, bir yalnızlık anının, bir tereddüdün bile zamandaki yerini değiştirir. Hafız İranlılar için yalnız bir şair değil; bir tür sır kapısıdır. Okuma yazma bilmeyenlerin bile onun gazellerini ezbere bilmesi bundan. Sadece söz değil, neredeyse ortak bir hafıza.
O' nun şiirleri ile fakülte yıllarımda tanıştım. İran şiirinin kudretinden söz ederler; Rudeki’nin temelini, Firdevsi’nin duvarlarını, Hafız’ın ise çatısını kurduğunu söylerler. Bana göre o çatı değil, gökyüzü kurdu. Şarap, düpedüz şaraptır onun şiirlerinde; kadın da bildiğin kadın. Bütün o mecaz kalabalığı, dinî latifeliklerin üstüne çekilen kılıf falan… hepsi sonradan icat edilmiş. Hafız’ın bakışı daha berrak, daha çıplaktır. Fars şiirinin çatısını kuran bir adamın süslemeye ihtiyacı yoktur zaten. Kusurları da vardır elbet. O da her büyük şair gibi kadın düşkünüdür mesela. Çok kolay aşık olur kolay da vazgeçer. Saray ahalisinden bir cariye ile yaşadığı gönül ilişkisinden kellesini Timur sayesinde kurtardığı da bilinir.
Biliyor musunuz Oktay bey onun “Divan”ı etrafında bir de gelenek var: fal açma.
Temmuz 2004, yani Hicri 26 Cemaziyelevvel 1425. Şiraz'a, Hafızın mezarına ziyarete gitmiştim. Bir şairin mezarına gitmek, insanı her zaman biraz utangaç yapar. Sanki yazdığın her cümleyi, yaşadığın her yanlışı, kalbinde sakladığın her lekeyi o senden önce biliyormuş gibi. O'nun mezarı da tam böyle bir yer: insanın iç sesini ele veren bir sessizliğin ortasında duruyor. Bir insanın kendi içine söyleyemediğini bir başkasının yüzyıllar öncesinden bilmesi, ne tuhaf bir akrabalık duygusudur Oktay bey.
Ve evet fal...Tefeül geleneği şöyle: Hafızın Divanı fal kitabı olarak da kullanılır. Falını öğrenmek isteyen kişi onun mezarı başında Divanı eline alıp tekerlemeyi andıran şu sözleri tekrarlar; 'ey hâfız-ı şîrâzî / ber mâ nazar endâzî / men tâlib-i yek fâlem / tû kâşif-i her râzî'... Sonra da elinde tuttuğu kitabın rastgele bir sayfasını açıp gazeli okur. O gazelde yazılanı falı kabul eder. O gazelden kendi hayatı ve geleceği ile ilgili sonuçlar çıkarır.
Onun mezarı başında sıra bana geldiğinde aynı sözleri tekrar etmiştim. Sesim ilk başta titredi; hafif utanarak. Ama sonra o utanç yerini garip bir güvene bıraktı. Belki kendi sesime alıştığım için, belki Hafız’a seslenmenin tuhaf bir cesareti olduğu için. Elimdeki Divan’ı açmadan önce uzun uzun baktım kapağına. Bir kitap, evet. Ama aslında bir ayna gibi. Açınca içimin bir yeri kesinlikle görünecek dedim.Bu yüzden nefesimi tutup rastgele bir sayfa çevirdim. Bu anda belki bir tesadüf vardır, belki yoktur. Ama insan inanmak için büyük kanıtlara ihtiyaç duymaz her zaman değil mi Oktay bey.
Şiirinizden hayli uzaklaştım farkındayım. Affola... Şuna inanıyorum; Şiir tahlilinin asıl meselesi, satırların tek tek ne dediğini çözmek değil; o satırların senin içine hangi gölgeyi bıraktığını fark etmektir. Bir şiiri okurken, açıklamaya kalkıştıkça elinden kaçan bir şey olur: bir renk mesela… mavinin hafifçe kararan tonu. Ya da çok eskiden duyduğun bir şarkı. Bir kadın, bir aşk... Bir yaz akşamında karşı karşıya oturup hiçbir şey konuşmadığın halde her şeyi anladığın bir yüz. Şiir bunları çağırır; kelimeler değil duygular konuşur. O yüzden sanırım ne zaman "şair burada şunu demek istemiş” diye başlayan bir cümle görsem gülümserim. Çünkü şair bazen hiçbir şeyi demek istemez; sadece içindeki sızının bir anlık titresini yakalamaya çalışır. Okur da o titreşimi kendi göğsünde bulduğu anda şiir tamamlanır. O noktadan sonrası, açıklamanın değil, sezginin işidir. Şiirinizde beni çağıran şu dizelerdi sadece:
"ruhumun içindeki mavi, sana doğru salınan bir kehanetti."
Sonrası Şiraz, sonrası şarkı ve hafız falı...
Okumadıysanız eğer Şirazi'nin Divanını tavsiye ederim. Mümkünse orjinal diliyle. Çeviri ile okumak bir Tarkovski filmini düşük çözünürlükte izlemek gibi bir şey çünkü .Ve yolunuz düşerse Şiraz' ın musalla bahçelerinde hafız falına baktırmayı unutmayın.
Ve aleyküm selam. Bu kadar güzel ve derinlikli bir yoruma cevap yazmak bile ustalık ister. Ancak şunu da eklemeden geçmek istemem. Kendinizi dolu dolu yetiştirmişsiniz. TEbrik ederim. Divanı okudum ve Şiraziyi de çok severim. İranı ve Farsça şarkıları da o yüzden severim. Bu güzel yorum için de çok teşekkür ederim değerli şair. Umarım sizi buralarda görür ve ilminizden istifade ederim. Selam saygı bizden.
Ve aleyküm selam. Bu kadar güzel ve derinlikli bir yoruma cevap yazmak bile ustalık ister. Ancak şunu da eklemeden geçmek istemem. Kendinizi dolu dolu yetiştirmişsiniz. TEbrik ederim. Divanı okudum ve Şiraziyi de çok severim. İranı ve Farsça şarkıları da o yüzden severim. Bu güzel yorum için de çok teşekkür ederim değerli şair. Umarım sizi buralarda görür ve ilminizden istifade ederim. Selam saygı bizden.
Yine öf be öfff!! dedirtiyorsun ustam! manalı görevli özgün imgeler... Nerede buluyorsun bu gün görmedikleri Mest oldum vallahi piri kalem seda-i selam dizeler!..
Yüreğinize emeğinize ellerinize sağlık, Değerli üstadım, Sözlerini büyük bir beğeni ile okudum, İlhamının daim kaleminin kavi olması temennisi, En kalbi duygularımla esenlikler dilerim.
Şiir, mavinin özgürlüğünü aşkın kaderiyle birleştiren, yoğun imgelerle örülü bir iç monolog gibi. Dil hem mistik, hem duygusal, hem de sürreal bir akışa sahip. “Gölgemi giyindim”, “sözün ihtilali”, “ruh coğrafyama düşen enlem” gibi ifadeler, şiiri sıradan bir aşk anlatısının çok üstüne taşıyor.
Şiirin en güçlü tarafı: aşkın hem doğuşunu hem bozuluşunu, hem tamamlayan hem eksilten yanını aynı nefeste anlatması. Finaldeki “henüz yaşanmadı” hissi, metne derin bir bitmeyen hikâye yankısı bırakıyor.
Son derece anlamlı duygularla ve akıcı bir üslupla, hissedilerek ve içtenlikle yazılmış bir yürek sesiydi şiiriniz, gönülden kutluyorum tebrikler üstadım. En kalbî selam, sevgi ve saygılarımla.
Ne kadar etkili bir dize .Yalnızca seninle tamamlanırım, sadece sana aidım diyor şair. Vatanım sensin der gibi. Yüreğinize sağlık değerli hocam . Sonsuz Saygılarımla.
Hem çok geleneksel, hem çok modern. Bir yanda Yahya Kemal’in “gölge”si, Attilâ İlhan’ın “mavi”si, Turgut Uyar’ın “göğüs göğüse” ihtilali var; öbür yanda bugünün insanı gibi paramparça, nefsiyle kavgalı, teslimiyetle isyan arasında gidip gelen bir ruh.
“Eksiklerim bir bir tamamlanıyordu” derken bile aslında şunu söylüyor: Tamamlanmak mümkün değil, sadece o tamamlanma hayaliyle nefes alıyoruz. Bu yüzden şiir hiç bitmiyor; “sonuç henüz yaşanmadı” cümlesi bile bir kapanış değil, yeni bir açılış. Kısacası: Bu şiir bir yara değil, yaranın üstüne kapanmayan deri gibi bir şey. Hâlâ kanıyor, hâlâ canlı, hâlâ iyileşmeyi reddediyor. Ama öylesi güzel ki.
Yüreğinize sağlık Oktay Hocam
Sonuç mu? Henüz yaşanmadı sevgili. Belki de en büyük cevap hâlâ dudaklarımın ucunda senin adını söyleyemeyen o titremededir. Gel. Ya da gitme. İkisi de aynı kapıya çıkıyor zaten: sensizliğin ortasında hâlâ seninle dolu bir ben.
Gözlerinin yağmurundan" başlayan bu dize, okuyucuyu anında şiirin derinlikli ve melankolik atmosferine çekiyor. Şairin duygusal yoğunluğu, imgelerin katmanlarında kendini gösteriyor. "Sen sustukça değişiyordu / hayatımın anlamı," dizesi, suskunluğun yarattığı dramatik etkiyi ve şiirin odaklandığı ilişkinin dönüştürücü gücünü muazzam bir sadelikle ortaya koyuyor. Şiir, bir aynanın içinden süzülen "ışık" imgesiyle sevgiliyi yüceltirken, aynı zamanda imgelerin "ürke_kliğinden" bahsederek yaratım sürecinin hassasiyetine dokunuyor. "Sen ruhunu bana teslim edince / gölgeni giyindim ben," gibi güçlü ve sahiplenici imgeler, iki ruhun birleşimini, adeta bir kader ortaklığını fısıldıyor. Finaldeki "bir patlamanın / ilk kıvılcımı gibi / titreşti içimizde sözün ihtilali" dizesi ise hem tutkulu hem de devrimci bir bitiş sunarak, yaşanan duygusal anın sıradan bir karşılaşma değil, adeta bir varoluşsal dönüm noktası olduğunu vurguluyor. Tebrikler. Kaleminizin gücü ve kelimelerinizdeki his dolu akış takdire şayan.Hocam💫
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.