0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
53
Okunma

Sahile vuran her dalga, geride bıraktığımız o son konuşmanın tekrarı gibi. Geliyor, usulca kumu ıslatıyor, sonra tüm ağırlığını alıp tekrar geriye çekiliyor. Tıpkı bizim gibi. Önce birbirimize yaklaştık, tüm benliğimizle birbirimizi kucakladık; sonra da, kaçınılmaz bir yasa gereği, uzaklaşmak zorunda kaldık.
Burada, bu rüzgârın sesi ve martıların çığlıkları arasında oturuyorum. İnsan, ayrılığın bu kadar geniş, bu kadar mavi olabileceğini düşünmüyor. Ayrılık, genelde dar, boğucu bir oda hayal ettirir. Oysa bizim ayrılığımız, bu uçsuz bucaksız deniz gibi. Baktıkça, ufuk çizgisi ne kadar uzakta olursa olsun, bir yerde birleştiğini biliyorsun. Bu bilgi, hem en büyük tesellim hem de en derin yaram.
Yanımda bıraktığın o küçük deniz kabuğu var. Ona dokunduğumda, sanki içinden tüm okyanusun sesi geliyor. O ses, senin sesin. Gitmiş olabilirsin ama, ardında bıraktığın her küçük nesne, her küçük anı, bir yankı odası gibi. Ve ben, o odada, tek başıma ama aslında senin gürültünle çevrili yaşıyorum.
Deniz, her şeyi alır. Gemileri, sırları, bazen de sevdiklerimizi. Ama biliyorum ki, deniz aldığı her şeyi, bir gün başka bir kıyıya, başka bir biçimde geri verir. Ve ben, o kıyıda, sabırla bekleyen sıradan bir taşım. Kırılgan değilim artık. Sadece, suların beni tekrar nereye götüreceğini izleyen, kabullenmiş ve derin bir sessizlikten ibaretim.
Hüseyin TURHAL
5.0
100% (2)