0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
156
Okunma
Ne zaman baksam avuçlarıma,
Nasır tutmuş bir coğrafya görürüm.
Toprakla, demirle, alın teriyle yoğrulmuş,
Parmak uçlarımda bir dağın sükuneti.
Saatler uzar, güneş erir,
Gövdem döner bir torna tezgâhına.
Tutmaktan, kazmaktan, sımsıkı kavramaktan,
Elinin çizgisi kalmamış, eli taş olur.
Diyarbakır karpuzu gibi ağırlaşır yük,
Sırtıma biner, yorgunluk bir kuyuya iter.
Artık hissetmez soğuğu, hissetmez sıcağı,
Bir heykelin sessizliği çöker tüm damara.
O taş kesilen elde, ne sevgiyi okursun,
Ne de gizlenen bir merhamet izini.
Çünkü o el, kendine değil, hep başkasına çalışmış,
Kendine bir mola bile vermeye korkmuş.
Fakat o taştan el, bil ki en vefalı dosttur,
Yıkılmaz bir kale, bir direniş kulesi.
O el ki, binanın tuğlasını, ekmeğin hamurunu yoğurur,
Ve o elin sertliğinde, dünyanın tüm emek hikayesi durur.
Dokunmaz artık, sadece var olur,
Bir heykel gibi durur, yorgunluktan buz.
Ama bir gün, o taş kalpte bir sızı başlar,
O zaman anlarsın ki, o el bile gözyaşı taşır.
5.0
100% (1)