1
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
103
Okunma
Gece uzun,
tramvay çanları arasında
yüzler silik bir film karesi gibi geçiyor önümden.
Sesim yok
yalnızca içimde senin yankın büyüyor.
Adımlarım hep aynı kavşağa sürükleniyor;
hiçbir kapı açılmıyor,
hiçbir perde kımıldamıyor.
Yokluğun,
bütün şehre sinmiş bir sis gibi.
Durakta unutulmuş bir şemsiyeye benziyorum;
kimse dönüp almıyor,
yağmur altında yavaşça paslanıyorum.
Gel…
Çünkü yalnızlık ellerime buzlu tuz serpiyor;
her parmak ucumda donuk bir iz bırakıyor.
Gel…
Çünkü sevda içimde sönmeyen tek kıvılcım.
Gel…
Adın dudaklarımın kıyısında, su damlası gibi çatlıyor.
Ellerim boşluğa alıştı;
hiçbir dokunuş seninki kadar gerçek değil.
Zaman yürüyüp gidiyor,
ama ben sende takılı kalıyorum.
Kalbim kırılmış bir saate döndü:
hep aynı saniyeyi gösteriyor
“Seninle.”
Aynaya bakıyorum;
gözlerimde tanımadığım bir gölge.
Yalnızlık yüzüme çizgiler değil,
bıçak izleri bırakıyor.
Ama derinlerde,
hep sana saklanmış bir ışık yanıyor.
Gece yarısı, camdan sızan bir mum ışığı gibi bekliyorsun beni;
ben bakıyorum,
ama içeride kimse yok.
Gel…
Çünkü yalnızlık ellerime buzlu tuz serpiyor;
her parmak ucumda donuk bir iz bırakıyor.
Gel…
Çünkü sevda içimde sönmeyen tek kıvılcım.
Gel…
Yoksa adını son kez fısıldayacağım,
ve şehir, yalnızlığımı saklayan eski bir kutu gibi kapanacak.
5.0
100% (3)