12
Yorum
50
Beğeni
5,0
Puan
679
Okunma

Gecenin kırçıl yüzünü yırtar an,
rüya, su gibi akar içime.
Yağmur atlarını savurur uzaklara,
aryan bakışlarında soluk bulur ruhum.
Bir nar gibi patlar nağmelerin kıvılcımı,
daldan kopan yaprak
yokluğun gümüş basamaklarında.
Kuşlar konar kalbimin kıvrılmış yerine.
Yalnızlığın son damlası
ırmakta hilâl rayihasıyla yiter.
Yaşamak burada
gece çiçeğinin sırrından göğe kelâm dokumak.
Kızıl güneşin solukluğunda
yarım kalmış lügatlı şehirde
ateş yağarken sineme,
bütün yollar sustu dizimde.
Çıplak cam,
susuz duvar...
belki bir mevsimin nazlı soluşu,
gözünün içinde sarktı eylül.
İşit şimdi!
Bu resmi,
aynaların buğulu kalbinden söküyorum.
Ağıt taşıyan ağaçlar küçük harflerle yürür pencerelere,
kül içinde ürperiyor sözler.
Loş lambalarda,
ürkek dilin çağlayan düşlerinde,
iki bakış gibi karşılıklı bekleriz
aynı ıssızlığın farklı renklerinde.
Ey yâr,
bendeki dilsiz yoldaşlık,
yaramda sıcak bir tüy
sanki bir şafak ürer içimde.
Terleyerek geceleri sana yürürüm.
Uçurtmaların tebessümünde
hüzün kelebekleriyle uyanır sabahlar.
Su çözülürken özümde,
yorgun rüzgârların dilinden sızıyor bir ezgi.
İçimde genişler
sonsuzluğun avlusu
adımlarım boşluğa açılan bir rüzgâr.
Baharı çağırmak için
vururum kelimeleri uçurumun yüzüne.
Kelimeler ferş olur ayak ucunda.
Bilirim
Her düşüşün altında bir doğum var.
Şehir avuçlarında uyanırsa
sis içinden
kapının eşiğine işlenir umudun gizli nakışı.
Mavinin küskün tortusu bile
yeniden silinir.
Şimdi,
yazı, kışı, güzü
göç doğuran bir masal anlat bana.
Kucakla gönlümü.
Gel…
Hiç kimsenin duymadığı yerden
dokun kalbime
....
5.0
100% (23)