9
Yorum
52
Beğeni
5,0
Puan
726
Okunma

Neler olurdu,
gözlerimdeki pencere ağızlı göğün güzü’ne,
ya karanlığın badem kokulu çiçeklerine?
Dinlese ayak sesimi gölgem,
kuşkum olmayacak bahçelerden
dinlese ağaç...
Sular uyuyacak,
yıldızlar,
bütün uçurtmalar…
Şaşkın halimin terli aynasına
bir şeyler daha olacak sonra.
Üşüyecek yaz yağmuru
yeniden doğan dünyaya…
Gökyüzü, içime devrilen bir çan.
Almış denizin başına rüzgâr şu nazlı dalgayı;
kucağında uyuyan toy ikindilerin lâl sevişi,
dal yüksekliğince.
Anlatırım çekilen harfleri,
bir toz çırpındıkça ışığına ay’ın
gayet tabi...
Gölgesiz bir günün ortasında,
üşüyen bir ağaç gibi
döküyorum içimdeki sessiz kuşları.
Ölümü öldürmenin garip nefesiyle
gidip geliyor kırmızı tül.
Baksana, dudağımda arsız çocuk gülüşü…
Gözlerimin uzağı gördüğü yerde
gök bilmem kaç kere...
Soğuğun başına toplanan yolları seviyorum.
Bir şeyleri daha sonra
öyle ya hep yürünmez,
biraz da susalım
dünyayla ölüme.
Dilimin ucuna kadar gelen bir yıldız var,
adını söylesem geceler kararır.
Anlıyorsun değil mi,
saksıdaki toprağın harlı soluğunu?
Ah yağmur,
içime eğilmiş bir gövdeyle çarpıyor cama.
Savrulmuş cümleler gibi
damla damla eksiliyor zaman.
Bir kavanoz ışık saklıyorum
kırılırsa,
adını bilmediğim bir sabah sızar.
5.0
100% (16)