5
Yorum
18
Beğeni
5,0
Puan
296
Okunma
Gözümün gördüğü her şey biraz yokluk,
Her adımımda bir mezar taşı büyüyor içimde.
Kimse bilmez, geceler ben sustukça konuşur,
Her yıldız, bir eksilmeyi sayıklarken gökyüzünde.
Bir zamanlar annemdi saçlarımı okşayan rüzgar,
Şimdi soğuk, şimdi mezar başı sessizliği kadar uzak.
Toprağa düştü adı, bir dua gibi kısık…
“Anne” dedim, dudaklarımda kan tadı kaldı sadece.
Babam… o da gitti bir kış akşamı,
Ceketinin cebinde kırık bir tesbih,
Gözü camda, eli boşlukta donup kalmış.
Kim bilir, son nefesten önce hangi pişmanlıkta kaldı?
Kardeşim… bir çift çorap bırakmış ardında,
Hâlâ çekmecede durur,
Ama ayakları yok artık ısınacak.
Bir bomba, bir çığlık, bir suskunluk:
Bu çağın çocukları masal dinlemeyi unuttu.
Aşk mı?
Onu da sevdim bir zaman,
Yanağında bir gamze kadar yakındı hayat,
Sonra yüzüme yağmur gibi düştü gidişi,
Şimdi adını duysam içimden sel geçer.
Kimse anlamaz,
Gülümsemek bazen en acı direnmek biçimidir.
Kahkahalarım bile yas tutar artık,
Çünkü her sevinç bir ihanettir içimdeki ölüye.
Dostlar...
Sustular, eksildiler, unuttular.
Bir vedanın ardından
Kimse dönüp ardına bakmadı.
Oysa ben, hâlâ aynı kaldırım taşında beklerim.
Kalemim kırık şimdi,
Sözlerim küskün,
İçim… ah içim,
Bir yangın yerinde kalmış tek sandalye kadar yalnız.
Hangi kitap anlatır şimdi beni?
Hangi cümleye sığar bu kadar kırgınlık?
Ben kendimi bile taşıyamazken,
Dünyayı omzuma yüklemiş gibiyim.
Bir fotoğraf kalmış elimde,
Bir zamanlar bizdik, şimdi “kim?” dediğim yüzler…
İnsan büyüdükçe değil,
Yitirdikçe yaşlanıyor.
Geceyi susturamıyorum,
Yastığımda her gece başka bir ölüm ağlıyor.
Kimi adıyla, kimi sessizliğiyle gömülü bende.
Bir mezarlık gibiyim
Üzerime bastıkça geçmiş ses verir.
Ve ben,
Sana şiir yazarken bile,
Kalbimde bir cenaze taşıyorum.
İşte bu yüzden,
Sözcüklerim hiç gülmüyor.
Yokluğunla konuşuyorum gecelerdir,
Bir sandalyeye seni oturtup anlatıyorum her şeyi.
“Burada olsaydın böyle olmazdı,” diyorum,
Sen susuyorsun. Ben susuyorum.
Ve sessizlik… her şeyden daha çok konuşuyor.
Bir ses…
Çocukluğumun bahçesinden geliyor.
Hani şu annemin "geç kalma" dediği akşamlar var ya,
Artık hiçbir şeyin vaktinde olmadığı,
Hiçbir yolun eve çıkmadığı zamanlara döndüm.
Yalnızlık…
İçimde çürüyen bir şehir gibi.
Ne ışığı var, ne kalanı.
Bir çöp tenekesinde unutulmuş dua gibi
Kimse duymuyor, kimse almıyor yerden beni.
Savaş var bir de içimde.
Dışarıdan görünmüyor ama her gece bombalanıyorum.
Vicdanımla aklım arasında cehennem kuruldu.
İnsan bazen bir mil çekiyor kendi kalbine,
Ve sonra da “neden bu kadar yıkıldım?” diyor.
Hatırlar mısın, umutla başladığımız o sabahı?
Ne hayaller kurmuştuk,
Sen gökyüzünü çizmiştin parmaklarınla,
Ben altında çocuk gibi sevinmiştim.
Ama o gökyüzü şimdi gri,
Gözyaşı biriktiren birer yara artık bulutlar.
Dostlar da gitti.
Kimisi öldü, kimisi unuttu.
Bazıları sessizce sırtını döndü,
Bazıları da “yanındayım” deyip
En çok uzaktan izledi kanadığımı.
Hayal kırıklığı…
Bir insandan vazgeçerken değil,
Kendinden vazgeçtiğinde başlıyor.
Ben kendimi her sabah biraz daha terk ediyorum.
Aynaya bakarken bile
“Sen de mi hâlâ buradasın?” diyorum kendime.
Gözlerim…
Artık ağlamaktan değil,
Görmek istememekten ıslak.
Çünkü neye baksam orada sen yoksun,
Neye uzansam, elim boş dönüyor.
Ve insanlar…
Ne kadar da kalabalık değil mi?
Ama yine de insan en çok
Bir kalbin boşluğunda üşüyor.
Ben seni değil,
Seninle olabileceğim hâlimi özlüyorum.
En çok da o hâlimin şimdi bende olmayışını.
Bu şiir bitmesin istiyorum,
Çünkü biterse sen tamamen gitmiş olacaksın.
Ama sen zaten gitmiştin, değil mi?
Ben de bunu fark ettiğimde
Şiirin ortasında öldüm aslında.
5.0
100% (8)