0
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
119
Okunma
Mevsimler, her gün biraz daha değişiyor, zaman ise adeta inadına geçiyordu. Ben ise altı yaşıma adım atıyordum. Eylül ayının soğuk yüzü içimde rüzgarlar estirirken, kuşlar yavaş yavaş göç etmeye başlamıştı.
Sabah kahvaltısının sıcaklığı, etrafta neşeli sohbetler ve babamın espirili tavırları, hepimizi gülümsetiyor, kahvaltı soframızdaki keyfi daha da arttırıyordu. O an, her şey olduğu gibi güzeldi ve ben, ilk defa okul formasını giymenin heyecanını yaşıyor, sabırsızlıkla okul gününü bekliyordum. Hayatın bana dokunuşları yüreğimde yankılanıyor, okulda birlikte olacağım arkadaşım Sadık’ı düşünüyordum. O da tıpkı benim gibi, okulun ilk gününe heyecanla hazırlanıyordu.
Sadık, çok farklı bir çocuktu. Yalnızlığı severdi, büyük hayaller kurar, ama bir o kadar da yüzünden gülümsemeyi hiç eksik etmezdi. Yılların ona ne getireceğini veya neler kaybettireceğini kimse bilemezdi. Sadık, saf ve naif bir çocuktu. Efendi bir yapısı vardı, ama bir o kadar da çekimserdi. Onun dünyasında bir başına olmak, belki de içindeki büyük hayallerle baş başa kalmak, ona huzur veriyordu.
Zamanla, okula devam etme imkanı kalmadı. Hayat, ona o kadar ağır yükler yüklemişti ki, okul hayatı bir gölge gibi geride kalmıştı. Babasını henüz on yedi yaşında kaybetmişti. O kayıp, Sadık’ın ruhunda derin bir boşluk bırakmıştı. Hayatın ağırlığı, onu her geçen gün biraz daha ezmeye başlamıştı. Yüzünden o eski gülümseme kaybolmuş, yerini karamsarlık almıştı. Ama en çok da, içindeki seslere, duygularına nasıl yaklaşacağına karar veremiyordu. Bir yandan hissettiklerini başkalarına anlatmak, duygularını paylaşmak istiyor, bir yandan da onlardan korkuyordu.
Bir pazar sabahı, yalnız başına yürürken, aniden bir bakışla karşılaştı. Kalbi, adeta yerinden fırlayacak gibi olmuştu. O bakış, ilk kez aşık olduğunun habercisiydi. Duygularını ifade etmek için yaklaşmayı düşündü ama sonra vazgeçti. İçindeki kırılganlık ve yenilme korkusu, onun duygularını dile getirmesini engelliyordu. Bir insanın yüreği, bazen o kadar kırılgandır ki, sevmenin ve sevildiğini hissetmenin verdiği güç bile ona yetmeyebilir.
Sadık, yavaşça evine doğru yürümeye başladı. Annesi, ona en iyi anlayacak kişiydi. Onunla her şeyi paylaşmak, duygularını dile getirmek istiyordu. İçindeki karışıklığı, annesinin sıcak kollarında bulmak istiyordu. Otobüse bindi, ama o kadar dalmıştı ki aşkın büyüsüne, ineceği durağı bile geçip gitmişti. Yüreğinde bir şeyler vardı, sanki ruhu bedeniyle birlikte orada değildi. O an, aşkın ne kadar güçlü ve büyülü bir şey olduğunu fark etti. İşte aşk, o ak saçlı gencin yüreğini güzelliklerle doldurmuş, onu bir anda başka bir dünyaya taşımıştı.
Sadık, eve dönerken aklında hep o bakış vardı. İçindeki duygularını ilk kez bu kadar yoğun hissediyordu. Ne yapacağını, nasıl bir adım atacağını tam olarak bilmiyordu. Ama bir şey kesindi: Aşk, o an ona, ruhunu daha önce hiç hissetmediği bir şekilde güzelleştirmişti.
Erkan ŞEREMET
5.0
100% (2)