0
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
264
Okunma
Lili’m,
Dicle’yi Fırat’a kavuşturanım;
Şattülarap’ım...
Anlatamam, nasıl lal, nasıl dipsizim.
Kelimeler ki;
Boğazımda düğüm düğüm,
Ve keskin bir hançer gibi.
Yutkunsam ölüm sebebim;
Sussam, gönlün ahı kül eder belki her heceyi...
Artık ne bir sesim var duyulana,
Ne de bir gölgem düşüyor zamana.
İçimde eksilen her şeyle çoğalıyorum kendime yabancı.
Ne yeryüzüne ait,
Ne göğe yakışır bir duruştayım artık.
Anlatamam;
Böğrümde büyüyen korku çığını,
Soğukluğunu ölümün,
Parmak uçlarımda gezinen...
Sanki bana bilenmiş bütün kör bıçaklar,
Sanki boynumda deneniyor sağlamlığı urganların...
Lili’m,
Varlığımı mevcudiyetine kurban ettiğim sevgilim...
Ne haldeyim, haberin var mı?
Her adımım bir mezar kazıyor içimde,
Her nefesim, sana söylenmemiş bir kelimeyi boğuyor.
Tükeniyorum kendi suskunluğumun gölgesinde.
Ne tamım bu âleme,
Ne de eksik sayılacak kadar uzak.
Ben, bütünlenememiş bir varlığım artık;
Yarımı ararken bütünü yitirenlerdenim.
Lili’m,
Çölde vaham,
Dilde düşmeyen duam...
Sen hangi mevsimin bağrında,
Hangi rüzgârın yükündesin de
Ne sesin var ne suretin...
Uzanamıyorum sana;
Ne düşte ne uyanıklıkta...
Söyle,
Söyle de bileyim Lili’m:
Hangi suskunluğun boğazına saklandın?
Hangi karanlıkta mühürlendi adın?
Hangi gecede unuttun sendeki silik suretimi?
Yoruldum...
Ne bir bütünlük kaldı içimde,
Ne de parçalanacak kadar bir anlam.
Kelimelerim ki;
Senin kadar eksik,
Benim kadar yorgun...
Ve ben...
Varlığınla şekillenen,
Yokluğunla çözülen ben.
İçimde bir medeniyetin sessizce çöküşünü taşıyorum artık.
Zaman ise...
Ne bir melce ne bir merhem;
Yalnızlığı daha da derine işleyen bir bıçak artık.
5.0
100% (4)