0
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
230
Okunma
Omuzumda, benliğimin yekpare külçesi;
Ne geçmişin ne de geleceğin terazisine sığar,
Zamandan arınmış, içimde kilitli bir ağırlık.
Heybemde bir avuç ömür kırıntısı;
Kim bilir, kaç yaşanmışlığın tortusu,
Kaç düş kırıklığı çatırtısının derin yankısı...
Var oluşun gölgesinde,
Yok oluşun eşiğindeyim.
Her adımım hiçliğin,
Her soluk alışım yokluğun rahmine düşüyor.
Ve yürüyorum;
Zamandan yoksun,
Sırattan da ince bir çizgide.
Hatırlayamıyorum:
Bu kaçıncı doğuşum kendime uzak?
Bu kaçıncı ölüşüm sana yakın?
Bir lahzanın örsünde dövülüyor belleğim.
Bu, hangi çağın boşluğu?
Ne bir kulak kalmış, sesime kesilen;
Ne de bir us, hakikatimi sorgulayan...
Sen, hangi içkin yokluğun boşluğundasın?
Duyulmazsın, ulaşılmazsın.
Seni arıyorum, seni;
Zamanın dipsiz kuyularında,
Var olmanın, yok oluşu aratmadığı bir çatlakta.
Gâh hiçliğin dilini konuşan kör bir karanlığın koynunda,
Gâh bir duvarın çatlağında, puslu bir aynada...
Ne bir ayak izi bıraktın toprağın yüzünde,
Ne de bir adresin var yırtık cebimde.
Tükeniyorum;
Yokluğunun yasında,
Kendi varlığının küskünlüğünde.
Ve...
Bulmadım.
Bulamıyorum.
Ne soluklanacak bir durak,
Ne de sesimi sana ulaştıracak bir ulak.
5.0
100% (1)