6
Yorum
20
Beğeni
5,0
Puan
648
Okunma

şöyle bir söz geçiyordu henüz yazmadığı şiirde:
“sensiz saadet neymiş
çaldı gece boyunca dramafonda”
sonra sabah olmuştu o şiirde
huzursuz uyanmıştı şair
asıl sahibinin gelip alması için
masaya bıraktı “dramafon” sözcüğünü
hava güneşsiz, gökyüzü kâğıttan kuşlarla dolu
ıslanmıştı kartondan yaptığı göğe bakma durağı
anlamıştı gökyüzü kimsenin hiçbir şeyi değildi
kağıdın değil suyun hafızasına güvenir şair
çöktü olduğu yere bir ülkenin düşüşü gibi
dizeleri çamura bulanmıştı
“üzülme bütün bunlar renk yorgunluğundan”
diye fısıldadı kulağına Buz Çölü adlı romandan gelen kadın
bu şiire az önce girmişti kendi isteğiyle
ayağa kalkıyor yeniden şair
diktatörün orduları geçiyordu caddeden
protokol, ön sıralar, ayrılan koltuklar
hileli gelenlere aittir her zaman
diktatörün değil
çiçeklerin açılış törenine katılmak için yürüyor
çiçeklerin nakarat olarak kullanıldığı bahçeye doğru
yolun hafızasına güvenir şair
kendine doğru kazdığı tünelden toprak boşaltıyor
toprak, firar, isyan aynı cümlede buluşunca
“devrimmmmm!” diye bağırmıyor artık ezilenler
onların gözleri bükülüşün çarşısı
kendinedir şairin bütün kaçışları
bulutlar da onunla yürüyordur
bulutlar boşluğun ellerinden tutup
topluma fırlatır, şairin öfkesidir bu
boşluğun hafızasına güvenir şair
görür bütün barbarlık yarışlarını
ve her büyülü yolculuğa çıktığında
karanlık ve ıssız bir yerde indirilen ülkenin gözyaşlarını
bundandır şairin boynundaki kanayış
“hayal gücünün iktidarını düşlemiştik
hüznün iktidarı düştü payımıza”
dedi Buz Çölü adlı romandan gelen kadın
bir öpücük ölüsü bırakarak veda etti
güle güle dedim ona, güle güle
uzaklığa doğru yürüdü elinde "dramafon" sözcüğüyle
onu almaya gelmişti o sözcüğün içindeki dansı
iki kez üst üste yüksek sesle üzüldüm
bir kuşun dal değiştirirken düşürdüğü tüye tutundum
ve üşüdüm henüz yazılmamış bu şiirin içinde
ironi sanatlarının yüzüme sıçramasıydı bütün bunlar
5.0
100% (5)