Dostlarımızın bize gösterdiği sevgiyi abartmamız, duyduğumuz minnetten değil, takdire ve sevilmeye ne kadar layık olduğumuzu herkese göstermek içindir. la rochefaucauld
Oğuz Can Hayali
Oğuz Can Hayali

KARA ZURNA (76)

Yorum

KARA ZURNA (76)

( 1 kişi )

1

Yorum

5

Beğeni

5,0

Puan

679

Okunma

KARA ZURNA (76)

Şili’li Nobel Edebiyat ödülü sahibi şair Pablo Neruda’nın; „Nazım’a sahip çıkın, biz onun yanında şair bile sayılmayız.“ dediği şair ve yazar Nazım Hikmet Ran’ın vefatının üzerinden 60 yıl geçti.

Düz, yalın ve bilge
üç merdiven üstünde
bir bronz heykel
kalın, uzun, kışlık mahpushane abasını sermiş altına,
bir ayağını denize doğru uzatmış
hafif yana yatmış
oturuyor.

Bir eli
ütüsüz kırışık keten pantolonunun dizinde,
öbürünün dirseği
yanda duran mermer sandığın üstünde.
Elinde
ucu süngü gibi sivri tunçtan kalemi ile...
Hayır yazmıyor!
Neden mi?
Yazsaydı kağıda değerdi kalemi!

Tunç heykelin
dirsek altındaki sandık üstünde
bir kağıt duruyor,
mermer oda ve sığmıyor sandığa;
Salarak kendini aşşağıya,
basamak-basamak
basarak merdivenleri,
dalgalı bir örtü gibi
kayıyor iskele meydanına.

Bu adam
bıçak gibi ağzını açmadan
tutuyor elinde
demir, bakır, kalay, kurşun karışımı tunçtan kalemi.
Öne eğimli boynu uzamış dim-dik ileri,
kıpırtısız, kararlı, mağrur ve derin gözleriyle
ne bakıyor kağıda
nede kalabalığa,
bakıyor yalnızca denize

İki martı
-tunçtan değil canlı-
biri kıvırcık saçları üzerinde heykelin,
diğerinin boyu heykelin kulağına değin.
İlkin birşeyler söylüyor
sonra başını öne eğip, kanat çırpıp gülüyor
-ya da bana öyle geliyor-

Heykel mağrur,
heykel ciddi,
heykel tunçtan,
heykel taş gibi suskun duruyor.
Heykel, heykel olmanın,
bu basamaklarda oturmanın
sorumluluğunu duyuyor.

Diğer martı
-Heykelin kıvırcık saçları üstünde duranı-
açtı gergin kanatlarını çırpmadan,
kayıp-kondu diğer koluna bu sorumluluğun.
Omuzundaki;
Uzattı bir kanadını geri,
diğerini gagası önünde tutarak
ve heykelin kulağına usulca birşeyler fısıldayarak,
ona geride duran
Haydarpaşa Gar Oteli’ni
ve İstanbul Kültür ve Sanayi Fuarı’nı gösterdi.()

Her otu yemesini gayet iyi bilen ben,
martıcadan hiç anlamam ama,
zannımca;

"Haydarpaşa Garı‘nda..."()

Diye başlayan bir şiir konuşuluyor;
"1941 baharında
saat on beş,
merdivenlerin üstünde güneş
yorgunluk
ve telaş.
Bir adam
merdivenlerde oturuyor
birşeyler düşünerek.“
Zayıf,
korkak,
burnu sivri ve uzun, yanaklarının üstü çopur…“

Ve tuhaf şeyler düşünmekle meşhur
olan
Galip Usta değil bu adam.
Belli ki;
kalın, uzun, kışlık mahpushane abası üstüne yayılmış
hafif yana yatmış ve boynunu ileri uzatmış,
kıpırdamadan
denize bakan
merdivende oturan kişi,
şairin kendisi;
"Merdivenlerden mahkümlar çıkıyordu
şakalaşıp
gülüşerek.
Üç erkek
bir kadın
ve dört jandarma.
Erkekler kelepçeli,
kadın kelepçesiz
jandarmalar süngülü.
Merdivenler üstünde bir kayısı gülü,
bir cigara paketi,
bir gazete kadı…“

Bir mahküm başını kaldırıp heykele baktı;
„Mahkümlar durakladı,
jandarma Hasan
tokalaştı Ahmet onbaşıyla,
jandarma Haydar
aldı yerden boş paketi
soktu cebine…“

Dur hele Kara Zurna,
sen yine hepten sapıttın!
O günün Ana Garı‘nı
bugünün "İstanbul Kültür ve Sanayi Fuarı" yaptın,
bir şey demedik:
" Mahkümlardan biri şairin kendisidir." Dedin,
haydi onuda yedik!

Diyelim ki bu adam;
„Merdivenlerde durup heykele bakan“
mahküm şairin kendisi,
ya bu Tunç Heykel de neyin-nesi?“

Ayrıca
1941 yılı nere, bugün nere,
aradan üç çeyrek yüzyıl geçmiş bre!
Bu mahkümlardan biri nereden bilebilirdi ki
günün birinde
bu merdivenlere
heykelinin dikileceğini?
Sen karıştırmışsın herşeyi.

Valla,
75 yıl nedir ki usta?
Bakarsın 3 çeyrek yüzyıl sonra,
-tahminen 2100 yılı ortalarında-
martı olarak
tekrar gelirsem dünyaya,
konarsam bu sorumluluğun kıvırcık saçlarına,
uçmadan gergin kanat açar,
çırpınmadan sıçrar,
kayarsam omuzuna
ve
fısıldarsam martıca kulağına
75 yıl önce yazdığı şiiri;
75 yılda gelmişse
ustam buraya kadar
demek ki daha bir 75 yılı var
heykelinin dikileceği.

Bence şair
ileriyi görebildiği sürece şairdir.
İnsan olduğu için ölür
ve
yıllar sonra gelir,
aynı merdivenlerde
dikili heykelini görür!

(
)İstanbul Haydarpaşa Ana Garı önündeki 3 mermer merdiven üstüne Şair Nazım Hikmet’in tunçtan bir heykelinin oturtulmasını amaç edinen BASAMAKTAKİ HEYKEL şiirkayem; Tamamı 7 adet olan „HAYDARPAŞA GAR OTELİ“ şiirkayelerimin ilkidir ve Haydarpaşa Garı’nın “Otel“olması yerine, İstanbul Kültür ve Sanayi Fuarı“ olması fikrinini savunur.
(
) Yana yatık/içeri dizeler Nazım Hikmet’in MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARI şiir kitabından aynen alıntıdır.Ona özgü satır kaydırmalarını ne yazık ki internette beceremedim, özür dilerim.

Paylaş:
5 Beğeni
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Şiiri Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (1)

5.0

100% (1)

Kara zurna (76) Şiirine Yorum Yap
Okuduğunuz Kara zurna (76) şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
KARA ZURNA (76) şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Alev-i hüzün
Alev-i hüzün, @alev-ihuzun
3.6.2023 15:53:44
5 puan verdi


"1902 doğumlular tarihte incelenen değerli ve önemli bir kuşaktır. Bu kuşağın üzerine yazılanlar çoktur, onlar bir krizin içine doğmuş ve insanlığın silkelenişinin birer parçası hatta öznesi olmuşlardır. Doğduklarından hemen birkaç yıl sonra 1. Dünya Savaşı çıkacaktır. Emperyalizm dünya topraklarını sömürgeleştirmek ve paylaşmak için bir harekata girişmekteyken karşı bloğun güçlenmesi de beraberinde gelmekteydi. Avrupa’da var olan işçi hareketleri bir dinamik oluştursa da ihanetler, döneklikler Avrupa’da hareketi geriye çekti. Yoksul Rus halkı ve savaştan harap düşmüş askerler barış ve ekmek için kol kola girip yaşanılan tabloda yeni bir kanalı açmıştı. 1902’liler insanlığın sömürüsüz bir yaşam mümkün iddiasını arşa çıkardığı vakit çocuk yaşlarındaydı. Sonra büyük krizler, mücadeleler ve savaşlar görecekti. 1902’liler yaşama bu toplumsallığın yarattığı koşulların birer çocuğu olarak atıldılar.

Nâzım da bahsettiğimiz kuşağın mensubuydu. Emperyalist devletlerin paylaşma planları yaptığı bir ülkede doğdu. Selanik’te dünyaya gözlerini açtı. Doğduğu şehir Osmanlı’nın en yoğun şehirlerinden biriydi. Diğer ülkelerin insanları ile iletişime geçmek daha kolaydı, ticaretin önemli bir merkeziydi. Yalnızca üretilen mallar değil fikirler de yoğun taşınıyordu. Sonrasında önce Diyarbakır’a taşındı ardından yedi tepeli şehrim diye yazacağı İstanbul’a…

Bu yazı Nâzım’ın biyografisini yazmak ya da yaşam öyküsünü anlatmak kaygısı ile yazılmıyor. Onun da çok değerli olduğunu belirtmek isterim ancak yazının asıl kaygısı Nâzım’ın insanlığa anlattığı ve kattığı öyküleri öne çıkarmak. Aslında Nâzım’ı Nâzım yapanın dört kolla sarıldığı mücadelesi ve oradan aldığı dirençle yeniden insanlık için üretmeye devam etmesi olduğunu unutturmamak Nâzım’ı en güzel anlatma ve anlama biçimi.

Köhnemiş Osmanlı saltanatının işgalcilerle işbirliği içerisinde memleketi yiyip bitirdiği bir dönemde Anadolu’da başlayan bir hareket savaştan çıkmış yorgun halka umut ve direnç aşılamıştı. Nâzım da memleketinin ellerinden kayıp gitmesini izleyecek bir duruma sokmamıştı asla kendisini. Çocukluğundan beri sarıldığı kaleme ve kâğıda memleketi için sarılmıştı. Dizelerinde kurtuluşu aradı, her zaman o kurtuluşun parçası olmayı kendi yaşamına amaç edindi. Genç yaşlarında Milli Mücadele’ye destek için ailesinden habersiz Anadolu’ya gitti. Savaştan harap olmuş köylüleri ve o köylüleri harekete geçiren direnci yakından gördü. Gördüklerini yazdı ve insanlığın buna layık olduğuna bir an olsun inanmadı.

İnsanlığın kurtuluşunu aramaktan ve bu kurtuluşa ulaşma mücadelesine katkı yapmaktan asla geri durmadı. Kalemini her zaman ezilenden ve haklıdan yana umutla kullandı.

Hep umutluydu; hapse düştüğünde, sürgün edildiğinde yaşama bağlanmaktan asla geri durmadı. Yine genç yaşlarında yazının başında bahsettiğimiz insanlığın büyük ilerleyişinin simgesi olan Sovyetler Birliği ile tanıştı. Kendi ekmeğini eline almak için ayağa kalkmış olanlara hayranlıkla baktı ve memleketinde de hayran olunacak bir tablonun yaratılması hayaliydi. Anadolu’da zaten o yıllarda hayranlıkla izlenen Sovyetler Birliği’nin de desteğini alan bir anti-emperyalist mücadele sergileniyordu. Nâzım burada elbette bu mücadeleden yanaydı ancak kazanılan değerleri yaşatacak bir toplumsal sistemin kurulması için uğraş veriyordu. Ufak azınlığın büyük çoğunluğa tahakkümünü reddederek ismi karalanmaya çalışılan insanlığın biricik umudu komünizme işaret etmişti.

Bunları söylediği için memleketinden sürgün edildi, hapis yattı. Ancak yazmaktan vazgeçmedi. Çünkü örgütü vardı, Nâzım onla aynı düşü kuran ve bu düşe ulaşmak için kollarını sıvayanlarla yan yana olmayı her zaman her şeyin önünde tuttu. İnsanın örgütsüz hiçbir şey yapamayacağını ama örgütlü olduğunda neler yapabileceğini anlatıyordu. Mücadele azmi ve umudu buradan geliyordu.

Nâzım’ı yüzyıllarca yaşatmış ve yüz yıllarca da yaşatacak olan tam da buydu. Kavgasına bağlılığı, aynı zamanda yaşadığı zorluklar ve bir o kadar da umudu. Nâzım’ı yaşatmak için Nâzım’ın yaşamını anlamlandırdığı yere bakmak şarttır. Nâzım “aşk şiirleri”ne sıkıştırılacak biri değildi. Nâzım’ı bu zorluklarla karşılaştıran aslında verdiği mücadelenin getirdiği sonuçlardı ama Nazım toplumun yaşadığı zorlukları bertaraf etmek için umutla mücadele ediyordu yaratılan zorluklarla. Büyük bir miras bıraktı bize çok şey kattı. Yılmamayı, mücadeleyi bırakmamayı öğrendik ondan. "

İyi ki Nazım gibi bir değerimiz var.Selam olsun hayata Nâzım gibi bakabilenlere...
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL