8
Yorum
27
Beğeni
0,0
Puan
1027
Okunma
KALEME ALINAN ESER ÜZERİNE BİR KAÇ SÖZ
Kur’an âyetleri şiir değildir.
Ancak düz bir anlatım da değildir. Onu okuyan herkes ondaki akıcılığı kolaylıkla fark eder.
Evet, o bir şiir değildir,
Fakat şiir gibi akıcıdır. Mânâ yönüyle ise şiirden çok çok farklıdır. Şiirde ekseriyetle hayal hükmeder, ifadeler mübalağalı olur. Kur’an’da ise, hayal değil, hakikat esastır, mübalağa değil, belâğat hâkimdir...
Bu eserde Kur’an’ı Kerim meali konularına göre ela alınacak.
İnsani sözlerden uzak bir şekilde mealin dışına çıkılmadan , yeni bir terkiple Kur’an’ı Azimüşşan’ın türkçe tercümesi okuyucuya sunulacaktır
Kur’an ayetleri fesahat içerir:
Fesahat; sözün lâfız, mâna ve âhenk itibariyle kusursuz olmasıdır. Diğer tâbirle, lâfızların söylenişinin tatlı, mânasının da söylenirken hemen zihne girmesidir.
Bu keyfiyetlerin birincisi, kelime ve cümle âhengi ile, ikincisi de kullanan kimsenin kelime hazinesi ve seçme kudreti ile alâkalıdır.
Kur’an selaset/akıcılık ve fesahat/açıklık açısından mu’cizedir. Yani selaset ve fesahatin zirvesinde bir üslub ve beyan kullanmıştır.
Belağat;hitâp ettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı, güzel söz söyleme san’atıdır.
Yani muhatabın haline uygun söz söylemektir. Kur’an bu noktadan eşsizdir ve mu’cizedir insanları bu noktada âciz bırakır.
Beyan ve ifadenin en tatlısı ve güzeli, îcazdır/özlü anlatımıdır, yani az sözle çok şey anlatmaktır. Kur’an, çok büyük safhaları ve merhaleleri bir iki ayet ve cümle ile îcaz edip yani özetleyip diğer merhalelere/aşamalara intikal eder.
Bu intikal aralarında bir boşluk bir ahenksizlik değil bir tefekkür, bir te’vil sahası teşkil ediyor. Bu yüzdendir ki üzerine binlerce tefsir kitapları yazılmıştır.
Kur’ân’ın kelime ve cümlelerindeki nizam ve birbiriyle münasebetleri cihetinden de mu’cizedir.
"Ve denildi ki: ’Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu tut.’ Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cûdî Dağına oturdu. Ve ’Zalimler güruhu Allah’ın rahmetinden uzak olsun.’ denildi." (Hûd, 11/44.)
Çok büyük bir hâdise ancak bu kadar veciz ve öz bir ifade ile icmal edilebilir.
Kur’ân’da, varlık âleminin hakikatlerine ve İlâhî fiil, isim ve sıfatlara dair ifadelerinde nizam, âhenk ve fevkaladelik vardır.
Hikmet-i Kur’aniyenin karşısında beşerin hikmetli sözleri hikmet-i Kur’an’a karşı sukut eder.
Kur’anla meşgül olan asfiya ve evliya ve hükemânın hikmetli sözleri ,ancak Kur’anın hikmetini izah edicidir. Mukayese edilemez.
Kur’ân-ı Hakîm’in ayetlerinin bitişinde gösterdiği fezlekeler/neticiler ve Esma-i Hüsnâ cihetindeki üslub-u bedîîsi/ gözü gönlü okşayan uslubu eşsizdir.
Kur’ân’nın ayetleri dünya üzerindeki eser ve fiillerde İlâhî hakikatleri anlatır.
Kur’an, beşerin nazarına san’at-ı ilahiyenin dokusunu açar,gösterir. Sonra o Esmâ’nın örgüsünü akla havale eder.
Kur’ân’ın Cenab-ı Hakk’ın fiilerini açıklar ,bir özet halinde sunar
Kur’ân’ın, bazen mahlukat- ilahiyeyi bir tertiple zikreder. Sonra o mahlukat içinde bir nizam, bir mizanın olduğunu ve onun arkasında ki esma-i ilahiyeyi gösterir.
Kur’ân, bazen değişime maruz ve muhtelif keyfiyata sebep maddî cüz’iyatı zikreder. Onları hakikatin suretine çevirmek için nuranî, küllî esma ile birleştirir ona bağlar.
Kur’an ,kâh olur ki; ayetlerle geniş bir kesrete/çokluğa ahkâm-ı Rububiyet’i serer.
Sonra birlik ciheti hükmünde bir rabıta-i vahdet ile birleştirir. Veyahut bir kaide-i külliye içinde yerleştirir.
Kur’an, Kâh oluyor ki; ayetin zâhirî sebebini, icadın/yoktan var etmenin kabiliyetinden azletmek ve uzak göstermek için müsebbebin gayelerini, semerelerini gösterir.
Tâ anlaşılsın ki, sebep yalnız zâhirî bir perdedir.
Kur’an, âhirete ait İlâhî fiilleri anlatırken, dünyada müşahede edilen fiillerle kalb ve zihinleri ikna eder.
Kur’ân,cüz’î hâdiselerde,İlâhî isimler vasıtasıyla, muhitin/etrafın,çevrenin hakikatlerini gösterir
Kur’ân, bazen insanın isyankârâne amellerini zikredip şiddetli bir tehditle zecretmesi/zorlaması, sonra şiddet-i tehdit, ye’se ve ümitsizliğe atmaması için rahmetine işaret eden bir kısım esmâ ile hâtime/nihayet verip teselli eder.
Kur’an-ı Kerim Allah’ın ezeli ilminden süzülüp geldiği için beşerin yazdığı kitaplar gibi sınırlı ve kayıtlı değildir. Bir kelime ya da cümlesine sayısız manalar yüklenip anlam çıkarılabilir.
Zaten kelime ve cümlenin genişliği müellifin kast ve iradesine bakar. Yani her mana arkasında o kast ve iradenin bulunması lazımdır ki, müellife mal edilebilsin.
Allah’ın ilmi ezeli ve ebedi olduğu için, kelime ve cümle kurgusunun muhtemel bütün manalarına refakat edip onları sahiplenir. Bu husus insanların eserlerinde çok mahdut ve kısır kalır.
Zira insan iradesi ve ilmi cüzidir. Cüzi külliye kapak olamaz. Öyle ise Kur’an’ın kelime ve cümlelerinde sonsuz manaların bulunması tabi ve olağan bir şeydir.
Bütün bu mana ve incelikleri muhatap kitlesinden sadece bir cüzünü teşkil eden insana hasretmek yanlış olur. Kur’an’ın muhatapları sadece insanların avam kısmı değildir.
Kur’an şakirtleri/öğrencileri içinde Hazreti Peygamber (asv)’den tut ta basit fikirli avam bir insana kadar muhtelif tabakalar vardır.
Kur’an muhtelif tabakalara hitap ettiği için elbette mana yönünden çok zengin ve sınırsız olması gerekir. Her insan kendi kameti kıymetince ondan istifade eder.
Ben kendi cüzi istifademi esas alıp "şuna ne gerek vardı" dersem benden üstteki müşterilere haksızlık etmiş olurum.
Allah Resulü (asv)’ın bir ayetten aldığı feyiz, bazen bir peygamberin ömrü boyunca aldığı feyze mukabil geldiğini düşünecek olursak, Kur’an’ın ne denli eşsiz muhataplarının ve istifade edenlerinin olduğunu görürüz.
Sahabelerin Kur’an’ı bütün hasse ve duyguları ile emdiğini ve muhteşem bir mana erleri olduğunu bütün İslam alimleri itiraf etmişlerdir.
Bir Hazreti Ebu Bekir ve Ali (ra)’in Kur’an’dan aldığı feyze bütün ümmet birleşse yetişemez.
Kur’an’nın ibareleri bir levha gibidir, sadece kainat sahnesine işaret ediyor. Kainat sahnesinde ise tefekkür edilecek sayısız mana ve incelikler mevcuttur.
"Okyanustan bir damla" ibaresi bu kainat sahnesinin genişliğine işaret etmek içindir.
Mesela, Allah’ın tevhidine delil nedir, denildiği zaman bir elma gösterilir ve onun üstünde ispat edilir. Elma bir damla, elmalar bir göl, sair meyveler bir deniz, diğer mahlukatlarla beraber hepsi okyanus, tüm kainat ise sonsuz bir bahr-ı ummandır. Kur’an’ın nuru bu bahr-ı ummandan sadece bir damladır.
Tefekkür noktasından bizim nazarımıza belki bir damla, bir göl bir, deniz kafi gelebilir, lakin koca gözleri olan Cebrail, İsrafil, Azrail, Mikail (as) gibi varlıkların yanında bu alemler bir toz zerresi gibidir.
Hem kainat hem Kur’an onlarında kitabı, onlarında rehberidir, sadece insana bakmıyor.
Ayrıca Hazreti Peygamberimiz (asv)’in bu meleklerden daha üstün olduğu düşünüldüğünde, onun istifade alanının ne kadar geniş ve külli olduğu takdir edilir.
Özet olarak, Allah Kur’an’ın sayısız manalarını okuyacak sayısız mahlukatı ve nazarı yaratmıştır. Öyle ise okyanus tabiri hafif bile kalır.
Öyleyse gayret bizden, başarı ancak Allah’tandır
Eğer Allah
insanları zulümleri sebebiyle
hemen cezalandırsaydı,
yerin üzerinde kıpırdayan hiçbir canlı varlık bırakmaz
hepsini yok ederdi;
fakat onları belli bir süreye kadar ertelemektedir.
Süreleri dolduğu zaman artık onu
ne bir an geciktirebilirler,
ne de bir an öne alabilirler. (1)
İşte bunlar
Allah’ın lânetlediği kimselerdir.
Allah kime lânet ederse,
artık onun için
hiçbir yardımcı bulamazsın. (2)
Allah o şeytana lânet etmişti.
O da bunun üzerine şöyle demişti:
“Yemin olsun ki
senin kullarından bana uyup
neticede bana ait olacak
bir pay edineceğim.” (3)
Rasûlüm!
Kullarıma şunu haber ver:
Elbette ben,
evet ben
çok bağışlayıcıyım
ve çok merhamet edenim. (4)
Şüphesiz Allah,
kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz.
Ama dilediği kimselerin
bunun dışındaki günahlarını bağışlar.
Artık kim
Allah’a şirk koşarsa,
doğru yoldan çok uzak
bir sapıklığa düşmüş olur. (5)
O iyilik yapanlar ki,
ufak tefek kusurlar dışında
büyük günahlardan
ve yine büyük günah olan
çirkin ve hayâsız işlerden sakınırlar.
Şüphesiz
Rabbinin bağışlaması çok geniştir.
Sizi topraktan yarattığı zamanki hâlinizi de,
annelerinizin karınlarında
cenin olarak bulunuşunuzu da
en iyi bilen O’dur.
Şu halde
nefislerinizi temize çıkarmayın,
kendinizi hatasız görmeyin.
Çünkü O,
kimin Rabbine derin bir saygı duyup
günahlardan titizlikle kaçındığını da
çok iyi bilir. (6)
Onları savaşta
siz kendi kuvvetinizle öldürmediniz;
onları Allah öldürdü.
Rasûlüm!
Düşmana bir avuç toprak attığın zaman da
sen atmadın; Allah attı.
Allah,
mü’minleri böylece
neticesi güzel bitecek
bir imtihana tâbi tuttu.
Şüphesiz ki Allah,
hakkiyle işiten, kemâliyle bilendir. (7)
Hatırlayın ki,
bir zamanlar siz yeryüzünde
zayıf ve hor görülen azınlık bir gruptunuz;
insanların sizi
her an yakalayıvermesinden korkuyordunuz da
Allah size
sığınacağınız bir yurt nasip etti,
sizi bizzat yardımıyla destekleyip güçlendirdi
ve sizi temiz ve hoş rızıklarla rızıklandırdı.
Umulur ki şükredersiniz. (8)
Doğrusu biz,
senden önceki toplumlara da
kendi içlerinden peygamberler gönderdik.
Onlar da ümmetlerine apaçık deliller getirdiler.
Fakat neticede bunlara inanmayıp
günah ve isyâna dalan suçluların cezasını verdik.
Çünkü mü’minlere yardım etmek,
her zaman yerine getirmeyi üzerimize aldığımız
kesin bir sözdür.(9)
Hâsılı O size,
kendisinden istediğiniz her şeyi verdi.
Öyle ki,
eğer Allah’ın nimetlerini
tek tek saymaya kalksanız,
imkânı yok,
onları toplu halde bile sayamazsınız.
Gerçekten insan çok zâlimdir,
çok nankördür. (10)
Allah’ın verdiği nimetleri
tek tek saymak isteseniz,
imkânı yok,
onları toplu halde bile sayamazsınız.
Fakat Allah, çok bağışlayıcıdır,
engin merhamet sahibidir. (11)
Rabbin gerçekten çok bağışlayıcıdır,
engin merhamet sahibidir.
Eğer kazandıkları günahlar yüzünden
insanları hemen cezalandıracak olsaydı,
hiç beklemez
onlara azabı derhal gönderiverirdi.
Fakat onlar için
azabın geleceği belirli bir vakit vardır ki
o vakit geldiğinde,
ondan kaçıp sığınacak
hiçbir yer bulamazlar. (12)
Arşı taşıyan
ve onun etrafında bulunan melekler,
Rablerini överek tesbih eder,
O’na inanır
ve mü’minlerin bağışlanmaları için
şöyle dua ederler:
“Rabbimiz!
Senin ilmin ve rahmetin her şeyi kuşatmıştır.
O halde tevbe edip sana yönelen
ve senin yoluna uyanları bağışla
ve onları kızgın alevli cehennem azabından koru!”(13)
“Bize dünyada da âhirette de
iyi ve güzel olanı takdir buyur.
Şüphesiz biz sana yöneldik,
senin yolunu tuttuk.
” Allah şöyle buyurdu:
“Azabım var,
onu kimi dilersem
onun başına dolarım.
Rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır.
Fakat rahmetimi
özellikle bana karşı gelmekten sakınanlara,
zekâtı verenlere
ve âyetlerimize iman edenlere
nasip edeceğim.” (14)
“Evlatlarım!
Haydi gidin!
Yûsuf ve kardeşini arayıp bulmaya çalışın.
Sakın
Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.
Çünkü kâfirlerden başkası
Allah’ın rahmetinden ümit kesmez” dedi. (16)
De ki:
“Ey günah işleyerek
kendilerine yazık eden kullarım!
Allah’ın rahmetinden ümîdinizi kesmeyin!
Çünkü Allah,
bütün günahları bağışlar.
Şüphesiz O,
çok bağışlayıcıdır,
engin merhamet sahibidir.” (17)
Ey iman edenler!
Sizden kim dîninden dönerse,
Allah onların yerine yakında
öyle bir nesil getirecek ki
Allah onları sever,
onlar da Allah’ı severler.
Mü’minlere karşı alçak gönüllü,
kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar.
Allah yolunda cihâd ederler
ve kendilerine dil uzatan hiçbir kimsenin
kınamasından korkmazlar.
İşte bu Allah’ın öyle bir lutfudur ki,
onu dilediğine verir.
Allah,
lutfu ve rahmeti pek geniş olan,
her şeyi hakkiyle bilendir. (18)
Sizin dostunuz ancak Allah,
O’nun Peygamberi,
bir de Allah’a tam boyun eğerek
namazı dosdoğru kılan
ve zekâtı veren mü’minlerdir. (19)
Senden önce
gönderdiğimiz peygamberlerimize de
uyguladığımız kanun budur.
Bizim kanunumuzda
hiçbir değişiklik bulamazsın. (20)
Allah’ın kendisine helâl kıldığı bir işi yapmasında
Peygamber’e bir vebâl ve engel yoktur.
Önceden gelip geçen peygamberler hakkında da
Allah’ın takdir ve icraatı
böyle câri olmuştur.
Allah ne emrederse,
o tam yerinde
ve kesinlikle uygulanması gereken
bir takdirdir. (21)
O peygamberler ki,
Allah’ın gönderdiği vahiyleri
eksiksiz olarak tebliğ eder,
yalnızca Allah’tan korkar
ve Allah’tan başka hiç kimseden korkmazlar.
Hesap görücü olarak Allah yeter.(22)
Çünkü onlar yeryüzünde
büyüklük taslıyor
ve kötülük planları tasarlıyorlardı.
Oysa kötülük planları,
ancak onu kuranların ayağına dolanır.
Yoksa onlar,
kendilerinden önceki inkârcı toplumların
helâkine sebep olan ilâhî kanunların
kendi üzerlerinde de uygulanmasını mı bekliyorlar?
Sen Allah’ın kanununda
hiçbir değişiklik bulamazsın.
Yine sen Allah’ın kanununda
kesinlikle hiçbir sapma göremezsin!(23)
Allah’ın öteden beri uygulanan kanunu böyledir.
Allah’ın kanununda
asla bir değişiklik bulamazsın! (24)
“Allah’ın va‘di gerçektir
ve kıyâmetin kopacağında
hiçbir şüphe yoktur” dendiği zaman
siz:
“Kıyâmet bizim için hiçbir mâna ifade etmiyor.
Onu ancak bir tahminden ibaret sanıyoruz.
Onun hakkında kesin bir inanç
ve bilgiye de sahip değiliz” diye
karşılık vermiştiniz. (26)
Rasûlüm!
O halde sabret!
Çünkü Allah’ın va‘di mutlaka gerçekleşecektir.
Günahların için bağışlanma dile
ve akşam sabah
Rabbini överek tesbih et! (25)
1) Nahl / 61. Ayet 2) Nisâ / 52. Ayet 3) Nisâ / 118. Ayet
4) Hicr / 49. Ayet 5) Nisâ / 116. Ayet 6) Necm / 32. Ayet
7) Enfâl / 17. Ayet 8) Enfâl / 26. Ayet 9) Rûm / 47. Ayet
10) İbrahim / 34. Ayet 11) Nahl / 18. Ayet 12) Kehf / 58. Ayet
13) Mü’min / 7. Ayet 14) A’râf / 156. Ayet 15) Mü’min / 7. Ayet
16) Yusuf / 87. Ayet 17) Zümer / 53. Ayet 18) Mâide / 54. Ayet
19) Mâide / 55. Ayet 20) İsrâ / 77. Ayet 21) Ahzâb / 38. Ayet
22) Ahzâb / 39. Ayet 23) Fâtır / 43. Ayet 24) Fetih / 23. Ayet
25) Mü’min / 55. Ayet 26) Câsiye / 32. Ayet