10
Yorum
25
Beğeni
0,0
Puan
697
Okunma
KALEME ALINAN ESER ÜZERİNE BİR KAÇ SÖZ
Kur’an âyetleri şiir değildir.
Ancak düz bir anlatım da değildir. Onu okuyan herkes ondaki akıcılığı kolaylıkla fark eder.
Evet, o bir şiir değildir,
Fakat şiir gibi akıcıdır. Mânâ yönüyle ise şiirden çok çok farklıdır. Şiirde ekseriyetle hayal hükmeder, ifadeler mübalağalı olur. Kur’an’da ise, hayal değil, hakikat esastır, mübalağa değil, belâğat hâkimdir...
Bu eserde Kur’an’ı Kerim meali konularına göre ela alınacak.
İnsani sözlerden uzak bir şekilde mealin dışına çıkılmadan , yeni bir terkiple Kur’an’ı Azimüşşan’ın türkçe tercümesi okuyucuya sunulacaktır
Kur’an ayetleri fesahat içerir:
Fesahat; sözün lâfız, mâna ve âhenk itibariyle kusursuz olmasıdır. Diğer tâbirle, lâfızların söylenişinin tatlı, mânasının da söylenirken hemen zihne girmesidir.
Bu keyfiyetlerin birincisi, kelime ve cümle âhengi ile, ikincisi de kullanan kimsenin kelime hazinesi ve seçme kudreti ile alâkalıdır.
Kur’an selaset/akıcılık ve fesahat/açıklık açısından mu’cizedir. Yani selaset ve fesahatin zirvesinde bir üslub ve beyan kullanmıştır.
Belağat;hitâp ettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı, güzel söz söyleme san’atıdır.
Yani muhatabın haline uygun söz söylemektir. Kur’an bu noktadan eşsizdir ve mu’cizedir insanları bu noktada âciz bırakır.
Beyan ve ifadenin en tatlısı ve güzeli, îcazdır/özlü anlatımıdır, yani az sözle çok şey anlatmaktır. Kur’an, çok büyük safhaları ve merhaleleri bir iki ayet ve cümle ile îcaz edip yani özetleyip diğer merhalelere/aşamalara intikal eder.
Bu intikal aralarında bir boşluk bir ahenksizlik değil bir tefekkür, bir te’vil sahası teşkil ediyor. Bu yüzdendir ki üzerine binlerce tefsir kitapları yazılmıştır.
Kur’ân’ın kelime ve cümlelerindeki nizam ve birbiriyle münasebetleri cihetinden de mu’cizedir.
"Ve denildi ki: ’Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu tut.’ Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cûdî Dağına oturdu. Ve ’Zalimler güruhu Allah’ın rahmetinden uzak olsun.’ denildi." (Hûd, 11/44.)
Çok büyük bir hâdise ancak bu kadar veciz ve öz bir ifade ile icmal edilebilir.
Kur’ân’da, varlık âleminin hakikatlerine ve İlâhî fiil, isim ve sıfatlara dair ifadelerinde nizam, âhenk ve fevkaladelik vardır.
Hikmet-i Kur’aniyenin karşısında beşerin hikmetli sözleri hikmet-i Kur’an’a karşı sukut eder.
Kur’anla meşgül olan asfiya ve evliya ve hükemânın hikmetli sözleri ,ancak Kur’anın hikmetini izah edicidir. Mukayese edilemez.
Kur’ân-ı Hakîm’in ayetlerinin bitişinde gösterdiği fezlekeler/neticiler ve Esma-i Hüsnâ cihetindeki üslub-u bedîîsi/ gözü gönlü okşayan uslubu eşsizdir.
Kur’ân’nın ayetleri dünya üzerindeki eser ve fiillerde İlâhî hakikatleri anlatır.
Kur’an, beşerin nazarına san’at-ı ilahiyenin dokusunu açar,gösterir. Sonra o Esmâ’nın örgüsünü akla havale eder.
Kur’ân’ın Cenab-ı Hakk’ın fiilerini açıklar ,bir özet halinde sunar
Kur’ân’ın, bazen mahlukat- ilahiyeyi bir tertiple zikreder. Sonra o mahlukat içinde bir nizam, bir mizanın olduğunu ve onun arkasında ki esma-i ilahiyeyi gösterir.
Kur’ân, bazen değişime maruz ve muhtelif keyfiyata sebep maddî cüz’iyatı zikreder. Onları hakikatin suretine çevirmek için nuranî, küllî esma ile birleştirir ona bağlar.
Kur’an ,kâh olur ki; ayetlerle geniş bir kesrete/çokluğa ahkâm-ı Rububiyet’i serer.
Sonra birlik ciheti hükmünde bir rabıta-i vahdet ile birleştirir. Veyahut bir kaide-i külliye içinde yerleştirir.
Kur’an, Kâh oluyor ki; ayetin zâhirî sebebini, icadın/yoktan var etmenin kabiliyetinden azletmek ve uzak göstermek için müsebbebin gayelerini, semerelerini gösterir.
Tâ anlaşılsın ki, sebep yalnız zâhirî bir perdedir.
Kur’an, âhirete ait İlâhî fiilleri anlatırken, dünyada müşahede edilen fiillerle kalb ve zihinleri ikna eder.
Kur’ân,cüz’î hâdiselerde,İlâhî isimler vasıtasıyla, muhitin/etrafın,çevrenin hakikatlerini gösterir
Kur’ân, bazen insanın isyankârâne amellerini zikredip şiddetli bir tehditle zecretmesi/zorlaması, sonra şiddet-i tehdit, ye’se ve ümitsizliğe atmaması için rahmetine işaret eden bir kısım esmâ ile hâtime/nihayet verip teselli eder.
Kur’an-ı Kerim Allah’ın ezeli ilminden süzülüp geldiği için beşerin yazdığı kitaplar gibi sınırlı ve kayıtlı değildir. Bir kelime ya da cümlesine sayısız manalar yüklenip anlam çıkarılabilir.
Zaten kelime ve cümlenin genişliği müellifin kast ve iradesine bakar. Yani her mana arkasında o kast ve iradenin bulunması lazımdır ki, müellife mal edilebilsin.
Allah’ın ilmi ezeli ve ebedi olduğu için, kelime ve cümle kurgusunun muhtemel bütün manalarına refakat edip onları sahiplenir. Bu husus insanların eserlerinde çok mahdut ve kısır kalır.
Zira insan iradesi ve ilmi cüzidir. Cüzi külliye kapak olamaz. Öyle ise Kur’an’ın kelime ve cümlelerinde sonsuz manaların bulunması tabi ve olağan bir şeydir.
Bütün bu mana ve incelikleri muhatap kitlesinden sadece bir cüzünü teşkil eden insana hasretmek yanlış olur. Kur’an’ın muhatapları sadece insanların avam kısmı değildir.
Kur’an şakirtleri/öğrencileri içinde Hazreti Peygamber (asv)’den tut ta basit fikirli avam bir insana kadar muhtelif tabakalar vardır.
Kur’an muhtelif tabakalara hitap ettiği için elbette mana yönünden çok zengin ve sınırsız olması gerekir. Her insan kendi kameti kıymetince ondan istifade eder.
Ben kendi cüzi istifademi esas alıp "şuna ne gerek vardı" dersem benden üstteki müşterilere haksızlık etmiş olurum.
Allah Resulü (asv)’ın bir ayetten aldığı feyiz, bazen bir peygamberin ömrü boyunca aldığı feyze mukabil geldiğini düşünecek olursak, Kur’an’ın ne denli eşsiz muhataplarının ve istifade edenlerinin olduğunu görürüz.
Sahabelerin Kur’an’ı bütün hasse ve duyguları ile emdiğini ve muhteşem bir mana erleri olduğunu bütün İslam alimleri itiraf etmişlerdir.
Bir Hazreti Ebu Bekir ve Ali (ra)’in Kur’an’dan aldığı feyze bütün ümmet birleşse yetişemez.
Kur’an’nın ibareleri bir levha gibidir, sadece kainat sahnesine işaret ediyor. Kainat sahnesinde ise tefekkür edilecek sayısız mana ve incelikler mevcuttur.
"Okyanustan bir damla" ibaresi bu kainat sahnesinin genişliğine işaret etmek içindir.
Mesela, Allah’ın tevhidine delil nedir, denildiği zaman bir elma gösterilir ve onun üstünde ispat edilir. Elma bir damla, elmalar bir göl, sair meyveler bir deniz, diğer mahlukatlarla beraber hepsi okyanus, tüm kainat ise sonsuz bir bahr-ı ummandır. Kur’an’ın nuru bu bahr-ı ummandan sadece bir damladır.
Tefekkür noktasından bizim nazarımıza belki bir damla, bir göl bir, deniz kafi gelebilir, lakin koca gözleri olan Cebrail, İsrafil, Azrail, Mikail (as) gibi varlıkların yanında bu alemler bir toz zerresi gibidir.
Hem kainat hem Kur’an onlarında kitabı, onlarında rehberidir, sadece insana bakmıyor.
Ayrıca Hazreti Peygamberimiz (asv)’in bu meleklerden daha üstün olduğu düşünüldüğünde, onun istifade alanının ne kadar geniş ve külli olduğu takdir edilir.
Özet olarak, Allah Kur’an’ın sayısız manalarını okuyacak sayısız mahlukatı ve nazarı yaratmıştır. Öyle ise okyanus tabiri hafif bile kalır.
Öyleyse gayret bizden, başarı ancak Allah’tandır
O Rabbiniz,
sizin için yeryüzünü bir döşek,
göğü de bir binâ yaptı.
Gökten yağmur indirip
onunla size rızık olarak çeşitli meyveler,
ürünler çıkardı.
O halde,
siz de gerçeği bile bile
Allah’a ortak koşmayın! (1)
Rasûlüm!
Eğer üzerinde Allah’ın lutuf ve merhameti olmasaydı,
onlardan bir grup vereceğin hükümde
seni bile
adâletten saptırmaya kesinlikle yeltenmişti.
Fakat onlar,
başkasını değil ancak kendilerini saptırırlar
ve sana da hiçbir zarar veremezler.
Çünkü Allah,
sana kitabı ve hikmeti indirmekte
ve sana bilmediğin şeyleri öğretmektedir.
Allah’ın sana olan lutfu
gerçekten çok büyüktür. (6)
Münafıklar,
sizinle ilgili olup bitenleri çok yakından izler
ve devamlı olarak havayı yoklarlar:
Şayet Allah size
bir zafer lutfederse:
“Biz de sizinle beraber değil miydik?” derler.
Eğer kâfirlerin zaferden bir payı olursa,
o zaman da onlara yaklaşmak için:
“Biz size yardım ederek
gâlibiyetinizi temin etmedik mi?
Mü’minlerden gelecek felaketlere karşı
sizi korumadık mı?” derler.
Allah, kıyâmet günü
aranızda hükmünü verecektir.
Allah, mü’minler aleyhinde kâfirlere,
kalıcı bir gâlibiyet için
kesinlikle fırsat tanımayacaktır. (7)
Münafıklar, kendilerince güyâ
Allah’ı aldatmaya çalışıyorlar.
Oysa Allah,
onların hilelerini sürekli kendi başlarına çeviriyor.
Onlar namaza kalktıklarında
tembel tembel kalkarlar,
insanlara gösteriş yaparlar
ve Allah’ı da
pek az hatırlarına getirirler. (8)
Gerçek şu ki,
sağmal hayvanlarda da sizin için
büyük bir ibret bulunmaktadır.
Nitekim, onların karınlarında
fışkı ile kan arasından çıkardığımız,
içenlerin boğazından kolayca geçen,
lekelerden arınmış
temiz bir sütle sizi besliyoruz. (9)
Hurma ağaçlarının
ve üzüm asmalarının meyvelerinden
hem sarhoşluk veren bir içki
hem de güzel bir rızık elde edersiniz.
Şüphesiz ki bunda
aklını kullanan bir toplum için
kesin bir delil vardır. (10)
Rabbin bal arısına şöyle vahyetti:
“Dağlarda, ağaçlarda
ve insanların kurdukları çardaklarda
kendine göz göz kovan edin.” (11)
“Sonra her türlü meyveden ye de,
bal yapmak üzere
Rabbinin sana takip etmen için belirlediği yolları
tam bir inkıyatla tut!”
Onların karınlarından
çeşitli renklerde bir şerbet çıkar ki
onda insanlara şifa vardır.
Şüphesiz bunda,
sistemli bir şekilde düşünen kimseler için
kesin bir delil ve ibret vardır. (12)
Allah,
rızık konusunda bazınızı
bazınızdan üstün kıldı.
Ama kendilerine daha fazla rızık verilenler,
sahip oldukları rızıktan
ellerinin altında bulunan köle ve hizmetçilere
kendileriyle eşit seviyede olacakları ölçüde vermezler.
Hal böyleyken,
nasıl oluyor da üzerlerinde bulunan
Allah’ın bunca nimetini
ve hakkını
bile bile inkâr ediyorlar? (13)
Allah sizin için
kendi cinsinizden eşler yarattı;
eşlerinizden de size evlatlar ve torunlar verdi.
Sizi temiz ve hoş nimetlerle rızıklandırdı.
Buna rağmen bazıları,
asılsız şeylere inanıp,
Allah’ın bunca nimetine karşı
nankörlük mü ediyorlar? (14)
Allah sizi
annelerinizin karnından
hiçbir şey bilmez halde çıkardı;
size işitme özelliği, gözler
ve gönüller verdi.
Umulur ki şükredersiniz. (15)
Allah yarattığı şeylerden sizin için
gölgeler yaptı
ve kimi dağlarda sizin için
barınaklar meydana getirdi.
Sizi sıcaktan ve soğuktan koruyacak elbiseler
ve savaşta sizi düşmandan koruyacak
zırhlar var etti.
Allah,
size olan nimetini böylece tamamlıyor ki,
tam bir teslimiyetle
O’na yönelip itaat edesiniz. (16)
İnsan,
hakkında hayırlı olacak şeyler için
dua ettiği gibi
şer olacak şeyler için de
dua eder.
Çünkü insan, çok acelecidir. (17)
Biz dünyayı isteyenlere de,
âhireti isteyenlere de
Rabbinin nimetlerinden bol bol veririz.
Çünkü Rabbinin nimetleri
kimseden esirgenmiş değildir. (18)
İnsanları dünyada çeşitli yönlerden
birbirlerine nasıl üstün kıldığımıza
bir baksana!
Ama âhirette
sahip olunacak dereceler ve üstünlükler
elbette daha büyük olacaktır. (19)
Rabbiniz O’dur ki,
lutf u kereminden nasibinizi arayasınız diye
sizin için denizde gemileri
kolaylıkla akıtıp yüzdürür.
Gerçekten O,
size karşı çok merhametlidir. (20)
Gerçekten biz Âdemoğullarını şerefli kıldık,
onlara karada ve denizde
kendilerini taşıyacak vasıtalar lutfettik,
onları
temiz ve hoş nimetlerle rızıklandırdık
ve onları
yarattığımız varlıkların bir çoğundan
üstün kıldık (21)
“Yeryüzünü size döşek yapan,
orada sizin için yollar ve geçitler açan,
gökten yağmur yağdırıp su indiren yine
O’dur.”
İşte biz o suyla
türlü türlü bitkilerden
çift çift bitiriyoruz. (22)
O bitkilerden
hem siz yiyin,
hem de hayvanlarınızı otlatın.
Şüphesiz bunda akıl sahipleri için
nice dersler,
nice deliller vardır. (23)
Görmedin mi Allah,
gökyüzünden bir su indirir de
yeryüzü onunla yemyeşil hâle gelir.
Şüphesiz Allah,
en derin, en görünmez şeylere nüfûz edip
lutufta bulunandır;
her şeyi
en mükemmel şekilde bilendir. (24)
Görmedin mi Allah,
yeryüzünde olan her şeyi
ve denizde emriyle akıp giden gemiyi
sizin emrinize verdi.
Kendi izni olmadan
yerin üzerine düşmesin diye
göğü de O tutmaktadır.
Şüphesiz Allah
insanlara çok şefkatlidir,
çok merhametlidir.(25)
Size hayat veren Allah’tır.
Sonra sizi öldürecek,
daha sonra sizi tekrar diriltecek olan da
O’dur.
Ama insan, gerçekten pek nankördür. (26)
Gökten belli bir ölçüye göre su indirip,
onu yeryüzünde tuttuk
ve yeraltında depoladık.
Unutmayın ki, bizim onu yok etmeye de
elbette gücümüz yeter. (27)
Ayrıca,
gerek o hayvanlara,
gerekse gemilere binerek
ulaşımınızı sağlarsınız.(28)
Hastalık, körlük, topallık gibi
bir mazereti bulunmaksızın
savaştan geri kalıp evde oturan mü’minlerle,
mallarıyla canlarıyla
Allah yolunda savaşanlar
elbette bir değildir.
Allah,
mallarıyla canlarıyla savaşanları,
herhangi bir sebeple
savaştan geri kalan kimselerden
derece itibariyle daha üstün tutmuştur.
Gerçi Allah,
her birine varılacak
en güzel yurt olan cenneti va‘detmektedir.
Yine de Allah,
cihâd edenleri,
pek büyük bir mükâfatla,
mücâdeleden kaçıp oturanlara üstün kılmıştır.(2)
Melekler,
dininin emirlerini yerine getirmeyerek
kendilerine yazık ederken canlarını aldıkları kimselere:
“Sizler ne işle meşguldünüz?” diye sorarlar.
Onlar:
“Biz düşman yurdunda
dinimizi yaşamaktan âciz bırakılmış,
gerçekten zayıf kimselerdik” derler.
Melekler de onlara:
“Allah’ın arzı geniş değil miydi?
Orada uygun bir yere
hicret etseydiniz ya!” derler.
Onların varacağı yer cehennemdir.
Orası, son durak olarak
ne fenâ bir yerdir. (3)
Ancak
hiçbir çareye gücü yetmeyen
ve hicret için bir yol bulamayan
gerçekten âciz ve zayıf erkekler, kadınlar
ve çocuklar bunun dışındadır. (4)
Allah’ın bunları affedeceği umulur.
Allah çok affedici,
çok bağışlayıcıdır. (5)
Ey iman edenler!
Şeytanın adımlarına uymayın.
Kim şeytanın adımlarına uyarsa,
bilin ki o,
ısrarla hayâsızlığı,
çirkin ve kötü işleri yapmayı emreder.
Eğer üzerinizde
Allah’ın lutfu ve merhameti olmasaydı,
sizden hiç kimse ebediyen temize çıkamazdı.
Ancak
Allah dilediği kullarını temize çıkarır.
Allah her şeyi hakkiyle işiten,
hakkiyle bilendir. (29)
1) Bakara / 22. Ayet 2) Nisâ / 95. Ayet 3) Nisâ / 97. Ayet
4) Nisâ / 98. Ayet 5) Nisâ / 99. Ayet 6) Nisâ / 113. Ayet
7) Nisâ / 141. Ayet 8) Nisâ / 142. Ayet 9) Nahl / 66. Ayet
10) Nahl / 67. Ayet 11) Nahl / 68. Ayet 12) Nahl / 69. Ayet
13) Nahl / 71. Ayet 14) Nahl / 72. Ayet 15) Nahl / 78. Ayet
16) Nahl / 81. Ayet 17) İsrâ / 11. Ayet 18) İsrâ / 20. Ayet
19) İsrâ / 66. Ayet 20) İsrâ / 70. Ayet 21) Tâ-Hâ / 53. Ayet
22) Tâ-Hâ / 54. Ayet 23) Hac / 63. Ayet 24) Hac / 65. Ayet
25) Hac / 66. Ayet 26) Mü’minûn / 18. Ayet 27) Mü’minûn / 22. Ayet
28) Nûr / 21. Ayet