9
Yorum
14
Beğeni
0,0
Puan
791
Okunma
KALEME ALINAN ESER ÜZERİNE BİR KAÇ SÖZ
Kur’an âyetleri şiir değildir.
Ancak düz bir anlatım da değildir. Onu okuyan herkes ondaki akıcılığı kolaylıkla fark eder.
Evet, o bir şiir değildir,
Fakat şiir gibi akıcıdır. Mânâ yönüyle ise şiirden çok çok farklıdır. Şiirde ekseriyetle hayal hükmeder, ifadeler mübalağalı olur. Kur’an’da ise, hayal değil, hakikat esastır, mübalağa değil, belâğat hâkimdir...
Bu eserde Kur’an’ı Kerim meali konularına göre ela alınacak.
İnsani sözlerden uzak bir şekilde mealin dışına çıkılmadan , yeni bir terkiple Kur’an’ı Azimüşşan’ın türkçe tercümesi okuyucuya sunulacaktır
Kur’an ayetleri fesahat içerir:
Fesahat; sözün lâfız, mâna ve âhenk itibariyle kusursuz olmasıdır. Diğer tâbirle, lâfızların söylenişinin tatlı, mânasının da söylenirken hemen zihne girmesidir.
Bu keyfiyetlerin birincisi, kelime ve cümle âhengi ile, ikincisi de kullanan kimsenin kelime hazinesi ve seçme kudreti ile alâkalıdır.
Kur’an selaset/akıcılık ve fesahat/açıklık açısından mu’cizedir. Yani selaset ve fesahatin zirvesinde bir üslub ve beyan kullanmıştır.
Belağat;hitâp ettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı, güzel söz söyleme san’atıdır.
Yani muhatabın haline uygun söz söylemektir. Kur’an bu noktadan eşsizdir ve mu’cizedir insanları bu noktada âciz bırakır.
Beyan ve ifadenin en tatlısı ve güzeli, îcazdır/özlü anlatımıdır, yani az sözle çok şey anlatmaktır. Kur’an, çok büyük safhaları ve merhaleleri bir iki ayet ve cümle ile îcaz edip yani özetleyip diğer merhalelere/aşamalara intikal eder.
Bu intikal aralarında bir boşluk bir ahenksizlik değil bir tefekkür, bir te’vil sahası teşkil ediyor. Bu yüzdendir ki üzerine binlerce tefsir kitapları yazılmıştır.
Kur’ân’ın kelime ve cümlelerindeki nizam ve birbiriyle münasebetleri cihetinden de mu’cizedir.
"Ve denildi ki: ’Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu tut.’ Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cûdî Dağına oturdu. Ve ’Zalimler güruhu Allah’ın rahmetinden uzak olsun.’ denildi." (Hûd, 11/44.)
Çok büyük bir hâdise ancak bu kadar veciz ve öz bir ifade ile icmal edilebilir.
Kur’ân’da, varlık âleminin hakikatlerine ve İlâhî fiil, isim ve sıfatlara dair ifadelerinde nizam, âhenk ve fevkaladelik vardır.
Hikmet-i Kur’aniyenin karşısında beşerin hikmetli sözleri hikmet-i Kur’an’a karşı sukut eder.
Kur’anla meşgül olan asfiya ve evliya ve hükemânın hikmetli sözleri ,ancak Kur’anın hikmetini izah edicidir. Mukayese edilemez.
Kur’ân-ı Hakîm’in ayetlerinin bitişinde gösterdiği fezlekeler/neticiler ve Esma-i Hüsnâ cihetindeki üslub-u bedîîsi/ gözü gönlü okşayan uslubu eşsizdir.
Kur’ân’nın ayetleri dünya üzerindeki eser ve fiillerde İlâhî hakikatleri anlatır.
Kur’an, beşerin nazarına san’at-ı ilahiyenin dokusunu açar,gösterir. Sonra o Esmâ’nın örgüsünü akla havale eder.
Kur’ân’ın Cenab-ı Hakk’ın fiilerini açıklar ,bir özet halinde sunar
Kur’ân’ın, bazen mahlukat- ilahiyeyi bir tertiple zikreder. Sonra o mahlukat içinde bir nizam, bir mizanın olduğunu ve onun arkasında ki esma-i ilahiyeyi gösterir.
Kur’ân, bazen değişime maruz ve muhtelif keyfiyata sebep maddî cüz’iyatı zikreder. Onları hakikatin suretine çevirmek için nuranî, küllî esma ile birleştirir ona bağlar.
Kur’an ,kâh olur ki; ayetlerle geniş bir kesrete/çokluğa ahkâm-ı Rububiyet’i serer.
Sonra birlik ciheti hükmünde bir rabıta-i vahdet ile birleştirir. Veyahut bir kaide-i külliye içinde yerleştirir.
Kur’an, Kâh oluyor ki; ayetin zâhirî sebebini, icadın/yoktan var etmenin kabiliyetinden azletmek ve uzak göstermek için müsebbebin gayelerini, semerelerini gösterir.
Tâ anlaşılsın ki, sebep yalnız zâhirî bir perdedir.
Kur’an, âhirete ait İlâhî fiilleri anlatırken, dünyada müşahede edilen fiillerle kalb ve zihinleri ikna eder.
Kur’ân,cüz’î hâdiselerde,İlâhî isimler vasıtasıyla, muhitin/etrafın,çevrenin hakikatlerini gösterir
Kur’ân, bazen insanın isyankârâne amellerini zikredip şiddetli bir tehditle zecretmesi/zorlaması, sonra şiddet-i tehdit, ye’se ve ümitsizliğe atmaması için rahmetine işaret eden bir kısım esmâ ile hâtime/nihayet verip teselli eder.
Kur’an-ı Kerim Allah’ın ezeli ilminden süzülüp geldiği için beşerin yazdığı kitaplar gibi sınırlı ve kayıtlı değildir. Bir kelime ya da cümlesine sayısız manalar yüklenip anlam çıkarılabilir.
Zaten kelime ve cümlenin genişliği müellifin kast ve iradesine bakar. Yani her mana arkasında o kast ve iradenin bulunması lazımdır ki, müellife mal edilebilsin.
Allah’ın ilmi ezeli ve ebedi olduğu için, kelime ve cümle kurgusunun muhtemel bütün manalarına refakat edip onları sahiplenir. Bu husus insanların eserlerinde çok mahdut ve kısır kalır.
Zira insan iradesi ve ilmi cüzidir. Cüzi külliye kapak olamaz. Öyle ise Kur’an’ın kelime ve cümlelerinde sonsuz manaların bulunması tabi ve olağan bir şeydir.
Bütün bu mana ve incelikleri muhatap kitlesinden sadece bir cüzünü teşkil eden insana hasretmek yanlış olur. Kur’an’ın muhatapları sadece insanların avam kısmı değildir.
Kur’an şakirtleri/öğrencileri içinde Hazreti Peygamber (asv)’den tut ta basit fikirli avam bir insana kadar muhtelif tabakalar vardır.
Kur’an muhtelif tabakalara hitap ettiği için elbette mana yönünden çok zengin ve sınırsız olması gerekir. Her insan kendi kameti kıymetince ondan istifade eder.
Ben kendi cüzi istifademi esas alıp "şuna ne gerek vardı" dersem benden üstteki müşterilere haksızlık etmiş olurum.
Allah Resulü (asv)’ın bir ayetten aldığı feyiz, bazen bir peygamberin ömrü boyunca aldığı feyze mukabil geldiğini düşünecek olursak, Kur’an’ın ne denli eşsiz muhataplarının ve istifade edenlerinin olduğunu görürüz.
Sahabelerin Kur’an’ı bütün hasse ve duyguları ile emdiğini ve muhteşem bir mana erleri olduğunu bütün İslam alimleri itiraf etmişlerdir.
Bir Hazreti Ebu Bekir ve Ali (ra)’in Kur’an’dan aldığı feyze bütün ümmet birleşse yetişemez.
Kur’an’nın ibareleri bir levha gibidir, sadece kainat sahnesine işaret ediyor. Kainat sahnesinde ise tefekkür edilecek sayısız mana ve incelikler mevcuttur.
"Okyanustan bir damla" ibaresi bu kainat sahnesinin genişliğine işaret etmek içindir.
Mesela, Allah’ın tevhidine delil nedir, denildiği zaman bir elma gösterilir ve onun üstünde ispat edilir. Elma bir damla, elmalar bir göl, sair meyveler bir deniz, diğer mahlukatlarla beraber hepsi okyanus, tüm kainat ise sonsuz bir bahr-ı ummandır. Kur’an’ın nuru bu bahr-ı ummandan sadece bir damladır.
Tefekkür noktasından bizim nazarımıza belki bir damla, bir göl bir, deniz kafi gelebilir, lakin koca gözleri olan Cebrail, İsrafil, Azrail, Mikail (as) gibi varlıkların yanında bu alemler bir toz zerresi gibidir.
Hem kainat hem Kur’an onlarında kitabı, onlarında rehberidir, sadece insana bakmıyor.
Ayrıca Hazreti Peygamberimiz (asv)’in bu meleklerden daha üstün olduğu düşünüldüğünde, onun istifade alanının ne kadar geniş ve külli olduğu takdir edilir.
Özet olarak, Allah Kur’an’ın sayısız manalarını okuyacak sayısız mahlukatı ve nazarı yaratmıştır. Öyle ise okyanus tabiri hafif bile kalır.
Öyleyse gayret bizden, başarı ancak Allah’tandır
De ki:
“İster Allah diyerek,
isterse Rahmân diyerek yalvarın.
Hangisiyle yalvarırsanız olur;
çünkü en güzel isimler O’nundur.”
Sen de namazında, niyâzında
sesini fazla yükseltme,
büsbütün de kısma,
ikisi arasında orta bir yol tut. (6)
Allah ki,
kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur.
En güzel isimler
O’na aittir.(7)
“Evlâdım!
Yaptığın iyilik veya kötülük
hardal tanesi ağırlığında bile olsa,
bir kayanın içinde saklı da olsa,
göklerin veya yerin
herhangi bir noktasında bile bulunsa,
Allah onu çıkarıp
âhirette karşına getirir.
Çünkü Allah
her şeyi bütün incelikleriyle bilir,
her şeyden hakkiyle haberdardır.” (1)
Bunun üzerine Rableri,
onların dualarına şöyle icâbet buyurdu:
“Ben, erkek olsun kadın olsun
içinizden çalışan hiç kimsenin amelini
boşa çıkarmayacağım.
Zira siz birbirinizi tamamlayan parçalarsınız.
Hicret eden,
yurtlarından çıkarılan,
benim yolumda ezâ-cefâ gören,
hakarete uğrayan,
savaşıp şehit olanların da günahlarını
mutlaka affedeceğim
ve onları
Allah tarafından bir mükâfat olmak üzere
altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım.
Zâten, en güzel mükâfat ancak
Allah katındadır. (2)
Yoksa onlar
Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar?
Halbuki göklerde ve yerde bulunan herkes
isteyerek veya istemeyerek
Allah’a boyun eğip teslim olmuş durumdadır
ve hepsi O’na döndürülüp götürülmektedir. (3)
Böylece Allah
senin geçmiş ve gelecek tüm günahlarını bağışlayacak,
üzerindeki nimetini tamamlayacak
ve seni dosdoğru bir yola eriştirecektir. (4)
Allah gökten su indirir de
vâdiler, dereler kendi miktarlarınca
sel olup akar.
Bu sel,
üzerinde kabaran köpüğü yüklenip götürür.
İnsanların süs eşyası
veya faydalı bir âlet yapmak için
ateşte erittikleri madenlerin üzerinde de
buna benzer köpük meydana gelir.
İşte Allah
hak ile bâtılı böyle bir misalle anlatır:
Köpük yok olup gider.
İnsanlara fayda veren kısmı ise
yerde sâbit kalır.
İşte Allah,
gerçekleri böyle misallerle anlatır. (5)
O Allah ki,
O’ndan başka ilâh yoktur!
Duyuların algı sahası dışında kalan şeyleri de,
duyuların algı sahasına giren şeyleri de bilir.
O, Rahmân’dır, Rahîm’dir. (8)
O Allah ki,
O’ndan başka ilâh yoktur!
O Melik’tir, Kuddûs’tür, Selâm’dır,
Mü’min’dir, Müheymin’dir, Aziz’dir,
Cebbâr’dır, Mütekebbir’dir.
Allah,
müşriklerin ortak koştukları şeylerden
çok uzaktır, yücedir. (9)
O Allah
Hâlık’tır, Bârî’dir, Mûsâvvir’dir.
En güzel isimler
O’nundur.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi
O’nu tesbih eder.
O, Azîz’dir, Hakîm’dir. (10)
Rasûlüm! De ki:
“Rabbimin kelimelerini yazmak için
denizler mürekkep olsa,
hatta bir o kadar daha ilâve yapsak,
Rabbimin kelimeleri tükenmeden
o denizler tükenir.” (11)
İçinde doğru yolu gösteren
ve gerçekleri aydınlatan âyetler bulunan
Tevrat’ı şüphesiz biz indirdik.
Allah’a teslim olmuş peygamberler,
müçtehitler ve diğer âlimler
yahudilere ait dâvalarda
onunla hüküm verirlerdi.
Çünkü hepsi de
Allah’ın kitâbını korumakla vazîfelendirilmişlerdi
ve onun hak kitap olduğuna şâhit idiler.
Öyleyse siz
insanlardan korkmayın da
yalnız benden korkun.
Âyetlerimi
azıcık bir dünya menfaati karşılığında satmayın!
Kim
Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse,
işte onlar kâfirlerin tâ kendileridir. (12)
Biz Tevrat’ta onlara şunu farz kılmıştık:
“Cana can, göze göz,
buruna burun, kulağa kulak,
dişe diş karşılıktır;
yaralamalar da böyle kısas yapılacaktır.”
Fakat kim kısas hakkını bağışlarsa
bu,onun günahları için bir kefâret olur.
Her kim de
Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse,
işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir. (13)
İncil ehli de,
Allah’ın orada indirdiği ile hükmetsin!
Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse,
işte onlar fâsıkların tâ kendileridir. (14)
Hangi dinden olurlarsa olsunlar,
onların arasında Allah’ın indirdiği ile hükmet,
onların arzularına uyma.
Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından bile
seni saptırmamaları için,
onlara karşı son derece dikkatli ol!
Eğer senin verdiğin hükmü kabul etmez de
yüz çevirip giderlerse,
şunu bil ki Allah,
bir kısım günahları sebebiyle onları
belâya uğratmak istemektedir.
Zâten insanların birçoğu
Allah’ın yolundan çıkmış kimselerdir. (15)
Gerçek şu ki,
insanı biz yarattık
ve nefsinin ona neler fısıldadığını da
çok iyi biliyoruz.
Çünkü biz ona
şah damarından daha yakınız. (16)
1) Lokman / 16. Ayet (2) Âl-i İmrân / 195. Ayet
3) Âl-i İmrân / 83. Ayet 4) Fetih / 2. Ayet 5) Ra’d / 17. Ayet
6) İsrâ / 110. Ayet 7) Tâ-Hâ / 8. Ayet 8) Haşr / 22. Ayet
9) Haşr / 23. Ayet 10) Haşr / 24. Ayet 11) Kehf / 109. Ayet
12) Mâide / 44. Ayet 13) Mâide / 45. Ayet 14) Mâide / 47. Ayet
15) Mâide / 49. Ayet 16) Kaf / 16. Ayet