8
Yorum
22
Beğeni
0,0
Puan
882
Okunma
KALEME ALINAN ESER ÜZERİNE BİR KAÇ SÖZ
Kur’an âyetleri şiir değildir.
Ancak düz bir anlatım da değildir. Onu okuyan herkes ondaki akıcılığı kolaylıkla fark eder.
Evet, o bir şiir değildir,
Fakat şiir gibi akıcıdır. Mânâ yönüyle ise şiirden çok çok farklıdır. Şiirde ekseriyetle hayal hükmeder, ifadeler mübalağalı olur. Kur’an’da ise, hayal değil, hakikat esastır, mübalağa değil, belâğat hâkimdir...
Bu eserde Kur’an’ı Kerim meali konularına göre ela alınacak.
İnsani sözlerden uzak bir şekilde mealin dışına çıkılmadan , yeni bir terkiple Kur’an’ı Azimüşşan’ın türkçe tercümesi okuyucuya sunulacaktır
Kur’an ayetleri fesahat içerir:
Fesahat; sözün lâfız, mâna ve âhenk itibariyle kusursuz olmasıdır. Diğer tâbirle, lâfızların söylenişinin tatlı, mânasının da söylenirken hemen zihne girmesidir.
Bu keyfiyetlerin birincisi, kelime ve cümle âhengi ile, ikincisi de kullanan kimsenin kelime hazinesi ve seçme kudreti ile alâkalıdır.
Kur’an selaset/akıcılık ve fesahat/açıklık açısından mu’cizedir. Yani selaset ve fesahatin zirvesinde bir üslub ve beyan kullanmıştır.
Belağat;hitâp ettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı, güzel söz söyleme san’atıdır.
Yani muhatabın haline uygun söz söylemektir. Kur’an bu noktadan eşsizdir ve mu’cizedir insanları bu noktada âciz bırakır.
Beyan ve ifadenin en tatlısı ve güzeli, îcazdır/özlü anlatımıdır, yani az sözle çok şey anlatmaktır. Kur’an, çok büyük safhaları ve merhaleleri bir iki ayet ve cümle ile îcaz edip yani özetleyip diğer merhalelere/aşamalara intikal eder.
Bu intikal aralarında bir boşluk bir ahenksizlik değil bir tefekkür, bir te’vil sahası teşkil ediyor. Bu yüzdendir ki üzerine binlerce tefsir kitapları yazılmıştır.
Kur’ân’ın kelime ve cümlelerindeki nizam ve birbiriyle münasebetleri cihetinden de mu’cizedir.
"Ve denildi ki: ’Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu tut.’ Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cûdî Dağına oturdu. Ve ’Zalimler güruhu Allah’ın rahmetinden uzak olsun.’ denildi." (Hûd, 11/44.)
Çok büyük bir hâdise ancak bu kadar veciz ve öz bir ifade ile icmal edilebilir.
Kur’ân’da, varlık âleminin hakikatlerine ve İlâhî fiil, isim ve sıfatlara dair ifadelerinde nizam, âhenk ve fevkaladelik vardır.
Hikmet-i Kur’aniyenin karşısında beşerin hikmetli sözleri hikmet-i Kur’an’a karşı sukut eder.
Kur’anla meşgül olan asfiya ve evliya ve hükemânın hikmetli sözleri ,ancak Kur’anın hikmetini izah edicidir. Mukayese edilemez.
Kur’ân-ı Hakîm’in ayetlerinin bitişinde gösterdiği fezlekeler/neticiler ve Esma-i Hüsnâ cihetindeki üslub-u bedîîsi/ gözü gönlü okşayan uslubu eşsizdir.
Kur’ân’nın ayetleri dünya üzerindeki eser ve fiillerde İlâhî hakikatleri anlatır.
Kur’an, beşerin nazarına san’at-ı ilahiyenin dokusunu açar,gösterir. Sonra o Esmâ’nın örgüsünü akla havale eder.
Kur’ân’ın Cenab-ı Hakk’ın fiilerini açıklar ,bir özet halinde sunar
Kur’ân’ın, bazen mahlukat- ilahiyeyi bir tertiple zikreder. Sonra o mahlukat içinde bir nizam, bir mizanın olduğunu ve onun arkasında ki esma-i ilahiyeyi gösterir.
Kur’ân, bazen değişime maruz ve muhtelif keyfiyata sebep maddî cüz’iyatı zikreder. Onları hakikatin suretine çevirmek için nuranî, küllî esma ile birleştirir ona bağlar.
Kur’an ,kâh olur ki; ayetlerle geniş bir kesrete/çokluğa ahkâm-ı Rububiyet’i serer.
Sonra birlik ciheti hükmünde bir rabıta-i vahdet ile birleştirir. Veyahut bir kaide-i külliye içinde yerleştirir.
Kur’an, Kâh oluyor ki; ayetin zâhirî sebebini, icadın/yoktan var etmenin kabiliyetinden azletmek ve uzak göstermek için müsebbebin gayelerini, semerelerini gösterir.
Tâ anlaşılsın ki, sebep yalnız zâhirî bir perdedir.
Kur’an, âhirete ait İlâhî fiilleri anlatırken, dünyada müşahede edilen fiillerle kalb ve zihinleri ikna eder.
Kur’ân,cüz’î hâdiselerde,İlâhî isimler vasıtasıyla, muhitin/etrafın,çevrenin hakikatlerini gösterir
Kur’ân, bazen insanın isyankârâne amellerini zikredip şiddetli bir tehditle zecretmesi/zorlaması, sonra şiddet-i tehdit, ye’se ve ümitsizliğe atmaması için rahmetine işaret eden bir kısım esmâ ile hâtime/nihayet verip teselli eder.
Kur’an-ı Kerim Allah’ın ezeli ilminden süzülüp geldiği için beşerin yazdığı kitaplar gibi sınırlı ve kayıtlı değildir. Bir kelime ya da cümlesine sayısız manalar yüklenip anlam çıkarılabilir.
Zaten kelime ve cümlenin genişliği müellifin kast ve iradesine bakar. Yani her mana arkasında o kast ve iradenin bulunması lazımdır ki, müellife mal edilebilsin.
Allah’ın ilmi ezeli ve ebedi olduğu için, kelime ve cümle kurgusunun muhtemel bütün manalarına refakat edip onları sahiplenir. Bu husus insanların eserlerinde çok mahdut ve kısır kalır.
Zira insan iradesi ve ilmi cüzidir. Cüzi külliye kapak olamaz. Öyle ise Kur’an’ın kelime ve cümlelerinde sonsuz manaların bulunması tabi ve olağan bir şeydir.
Bütün bu mana ve incelikleri muhatap kitlesinden sadece bir cüzünü teşkil eden insana hasretmek yanlış olur. Kur’an’ın muhatapları sadece insanların avam kısmı değildir.
Kur’an şakirtleri/öğrencileri içinde Hazreti Peygamber (asv)’den tut ta basit fikirli avam bir insana kadar muhtelif tabakalar vardır.
Kur’an muhtelif tabakalara hitap ettiği için elbette mana yönünden çok zengin ve sınırsız olması gerekir. Her insan kendi kameti kıymetince ondan istifade eder.
Ben kendi cüzi istifademi esas alıp "şuna ne gerek vardı" dersem benden üstteki müşterilere haksızlık etmiş olurum.
Allah Resulü (asv)’ın bir ayetten aldığı feyiz, bazen bir peygamberin ömrü boyunca aldığı feyze mukabil geldiğini düşünecek olursak, Kur’an’ın ne denli eşsiz muhataplarının ve istifade edenlerinin olduğunu görürüz.
Sahabelerin Kur’an’ı bütün hasse ve duyguları ile emdiğini ve muhteşem bir mana erleri olduğunu bütün İslam alimleri itiraf etmişlerdir.
Bir Hazreti Ebu Bekir ve Ali (ra)’in Kur’an’dan aldığı feyze bütün ümmet birleşse yetişemez.
Kur’an’nın ibareleri bir levha gibidir, sadece kainat sahnesine işaret ediyor. Kainat sahnesinde ise tefekkür edilecek sayısız mana ve incelikler mevcuttur.
"Okyanustan bir damla" ibaresi bu kainat sahnesinin genişliğine işaret etmek içindir.
Mesela, Allah’ın tevhidine delil nedir, denildiği zaman bir elma gösterilir ve onun üstünde ispat edilir. Elma bir damla, elmalar bir göl, sair meyveler bir deniz, diğer mahlukatlarla beraber hepsi okyanus, tüm kainat ise sonsuz bir bahr-ı ummandır. Kur’an’ın nuru bu bahr-ı ummandan sadece bir damladır.
Tefekkür noktasından bizim nazarımıza belki bir damla, bir göl bir, deniz kafi gelebilir, lakin koca gözleri olan Cebrail, İsrafil, Azrail, Mikail (as) gibi varlıkların yanında bu alemler bir toz zerresi gibidir.
Hem kainat hem Kur’an onlarında kitabı, onlarında rehberidir, sadece insana bakmıyor.
Ayrıca Hazreti Peygamberimiz (asv)’in bu meleklerden daha üstün olduğu düşünüldüğünde, onun istifade alanının ne kadar geniş ve külli olduğu takdir edilir.
Özet olarak, Allah Kur’an’ın sayısız manalarını okuyacak sayısız mahlukatı ve nazarı yaratmıştır. Öyle ise okyanus tabiri hafif bile kalır.
Öyleyse gayret bizden, başarı ancak Allah’tandır
Çakan şimşek,
neredeyse gözlerini kör edecek!
Şimşek önlerini aydınlattıkça
ışığında yürürler;
üzerlerine karanlık çöktüğünde ise
çakılıp kalırlar.
Allah dileseydi,
onların kulaklarını sağır
ve gözlerini kör ederdi.
Çünkü Allah’ın her şeye gücü yeter. (1)
Şayet biz
herhangi bir âyeti nesheder
veya unutturursak,
ya ondan daha hayırlısını
veya onun bir dengini getiririz.
Bilmez misin ki,
Allah’ın gücü her şeye yeter. (2)
Ehl-i kitaptan birçoğu,
sizi imanınızdan vazgeçirip
yeniden
küfre döndürmeyi isterler.
Onlar,
Hz. Muhammed’in peygamberliği ile ilgili gerçeği
apaçık gördükten sonra,
sırf içlerindeki kıskançlık yüzünden
böyle yaparlar.
Artık
Allah’ın emri gelinceye kadar onları
kendi halinde bırakın
ve serzenişte bulunmayın.
Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter. (3)
Her milletin yöneldiği bir kıblesi vardır.
Siz hep hayırlı işler yapmada
birbirinizle yarışın!
Nerede olursanız olun,
Allah hepinizi huzurunda bir araya getirecektir.
Çünkü Allah’ın her şeye gücü yeter. (4)
Veya şu kimsenin hâline
bakmaz mısın ki o,
altı üstüne gelip harap olmuş
ıpıssız bir şehirden geçerken:
“Allah, harabeye dönmüş bu yeri
acaba nasıl diriltecek?” demişti.
Bunun üzerine Allah onu öldürüp
yüz yıl sonra diriltti.
Sonra da kendisine
“Burada ne kadar kaldın?” diye sordu.
O da:
“Ya bir gün,
yahut daha az” dedi.
Allah şöyle buyurdu:
“Hayır,
yüz sene kaldın.
Şimdi yiyeceğine ve içeceğine bak,
hiç bozulmamış!
Bir de eşeğine bak,
kemikleri nasıl çürümüş!
Biz seni
insanlara yeniden dirilmenin gerçekliğine dâir
bir delil kılalım diye böyle öldürüp dirilttik.
Şimdi de şu kemiklere bak,
onları nasıl da birleştirip yerli yerine koyuyor,
sonra da onlara et giydiriyoruz!”
O kişi,
gerçek bu şekilde kendisine apaçık belli olunca:
“Artık çok iyi biliyorum ki
Allah,
her şeye hakkıyla güç yetirendir” dedi. (5)
Göklerde ne var
ve yerde ne varsa
hepsi Allah’ındır.
İçinizden geçeni açığa vursanız da,
gizleseniz de
Allah onun hesabını sizden sorar.
Sonra O,
dilediğini bağışlar,
dilediğine de azab eder.
Allah’ın her şeye gücü yeter. (6)
De ki:
“Ey mülkün gerçek sahibi olan Allah!
Sen dilediğine mülkü verirsin,
dilediğinden mülkü çekip alırsın;
dilediğini yüceltip aziz kılar,
dilediğini alçaltıp zelil edersin.
Bütün hayırlar yalnız senin elindedir.
Şüphesiz sen,
her şeye kâdirsin.(7)
De ki:
“İçinizdekini gizleseniz de
açığa vursanız da
Allah onu bilir.
O, göklerde ve yerde olan her şeyi bilir.
Allah’ın her şeye gücü yeter. (8)
Ey Ehl-i kitap!
İbrâhim hakkında niçin tartışıp duruyorsunuz?
Halbuki Tevrat da
İncil de
önce değil kesinlikle ondan sonra indirilmiştir.
Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz? (9)
Göklerin ve yerin hükümranlığı
Allah’a âittir.
Allah her şeye kâdirdir. (10)
Ey insanlar!
Allah dilerse sizi yok eder,
yerinize başkalarını getirir.
Bunu yapmaya
Allah’ın kudreti elbette yeter. (11)
Siz,
açık veya gizli bir iyilik yaptığınızda
ya da size yapılan bir kötülüğü bağışladığınızda,
şunu bilin ki Allah da sizi affedecektir.
Çünkü Allah,
çok affedicidir,
her şeye gücü yetendir. (12)
“Allah, Meryem oğlu Mesîh’tir” diyenler
kesinlikle kâfir olmuşlardır.
Onlara şöyle de:
“Şayet Allah Meryem oğlu Mesîh’i,
annesini
ve yeryüzünde bulunan herkesi
helâk etmek istese,
O’na kim engel olabilir?”
Göklerin, yerin
ve aralarında bulunan her şeyin mülkiyeti
ve hâkimiyeti
Allah’ındır.
O,
dilediğini yaratır.
Çünkü Allah’ın her şeye gücü yeter. (13)
Ey Ehl-i kitap!
Peygamberlerin arasının kesildiği bir zamanda,
ileride: “Bize ne bir müjdeci geldi,
de bir uyarıcı” demeyesiniz diye
size dinî gerçekleri açıklayan elçimiz gelmiş bulunuyor.
Gerçekten size
hem müjdeleyen
hem de uyaran bir peygamber gelmiştir.
Allah, her şeye gücü yetendir. (14)
Bilmez misin ki,
göklerin ve yerin mülkiyeti ve hâkimiyeti
Allah’ındır.
O dilediğine azap eder,
istediğini bağışlar.
Allah’ın her şeye gücü yeter. (15)
Göklerin, yerin
ve bunlarda bulunan her şeyin mülkiyeti
ve hâkimiyeti Allah’ındır.
O’nun her şeye gücü yeter. (16)
Eğer Allah sana bir sıkıntı verecek,
bir zarar dokunduracak olursa,
onu yine kendisinden başka giderecek yoktur.
Eğer sana bir iyilik lutfederse,
bilesin ki zâten
O’nun her şeye gücü yeter.(17)
Kalkmışlar,
“Rabbinden ona
bizim istediğimiz türden bir mûcize indirilse ya!”
deyip duruyorlar.
De ki:
“Allah’ın her türden mûcize göndermeye
elbette gücü yeter.”
Fakat onların çoğu bunu bilmez. (18)
Hayır, hayır!
Dara düştüğünüz her zaman olduğu gibi
yalnız Allah’a yalvarırsınız.
O da dilerse yalvardığınız sıkıntıyı giderir
ve siz de
Allah’a koştuğunuz ortakları
o sırada unutuverirsiniz. (19)
Şöyle de:
“O, üstünüzden
veya ayaklarınızın altından
size azap göndermeye,
yahut sizi fırkalar hâlinde
birbirinize düşürüp
kiminize kiminin hıncını tattırmaya elbette kadirdir.”
Bak,
onlar iyice anlasınlar diye
âyetleri nasıl inceden inceye,
döndüre döndüre açıklıyoruz? (20)
Şunu bilin ki,
ganimet olarak aldığınız şeylerin beşte biri
Allah’a, Rasûlü’ne, onun akrabalarına,
yetimlere, yoksullara
ve yolda kalmışlara aittir.
Eğer
Allah’a ve iki ordunun karşılaştığı,
hak ile bâtılın birbirinden ayrıldığı günde
kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız
bunun böyle olduğunu kabul edin.
Allah her şeye hakkiyle güç yetirendir. (21)
Eğer size emredildiği gibi
topluca savaşa çıkmazsanız,
Allah sizi
acıklı bir azab ile cezalandırır
ve yerinize itaatkâr başka bir toplum getirir de
savaşa çıkmamakla
O’na hiçbir zarar veremezsiniz.
Allah’ın her şeye gücü yeter. (22)
“Dönüşünüz yalnızca Allah’adır.
O’nun her şeye gücü yeter.” (23)
Sizi Allah yoktan yarattı,
sonra günü gelince sizi vefat ettirir.
İçinizden bir kısmı,
biraz bir şey bildikten sonra
bebekler gibi
hiçbir şey bilmez hâle gelmesi için
ömrün en düşkün bunaklık çağına bırakılır.
Şüphesiz Allah,
her şeyi hakkiyle bilen,
her şeye gücü yetendir. (24)
Göklerin ve yerin taşıdıkları
gerçeğin duyulardan gizli boyutunu
ve gelecek adına neler sakladıklarını
hakkiyle bilen
ve onlar üzerinde mutlak tasarruf sahibi olan
ancak Allah’tır.
Kıyâmetin kopması ise
başka değil ancak bir göz kırpması süresi,
hatta ondan daha kısa bir zaman içinde
olup bitecektir.
Şüphesiz ki Allah’ın
her şeye gücü yeter. (25)
1) Bakara / 20. Ayet 2) Bakara / 106. Ayet 3) Bakara / 109. Ayet
4) Bakara / 148. Ayet 5) Bakara / 259. Ayet 6) Bakara / 284. Ayet
7) Âl-i İmrân / 26. Ayet 8) Âl-i İmrân / 29. Ayet 9) Âl-i İmrân / 65. Ayet
10) Âl-i İmrân / 189. Ayet 11) Nisâ / 133. Ayet 12) Nisâ / 149. Ayet
13) Mâide / 17. Ayet 14) Mâide / 19. Ayet 15) Mâide / 40. Ayet
16) Mâide / 120. Ayet 17) En’âm / 17. Ayet 18) En’âm / 37. Ayet
19) En’âm / 41. Ayet 20) En’âm / 65. Ayet 21) Enfâl / 41. Ayet
22) Tevbe / 39. Ayet 23) Hûd / 4. Ayet 24) Nahl / 70. Ayet
25) Nahl / 77. Ayet