7
Yorum
23
Beğeni
0,0
Puan
1032
Okunma
KALEME ALINAN ESER ÜZERİNE BİR KAÇ SÖZ
Kur’an âyetleri şiir değildir.
Ancak düz bir anlatım da değildir. Onu okuyan herkes ondaki akıcılığı kolaylıkla fark eder.
Evet, o bir şiir değildir,
Fakat şiir gibi akıcıdır. Mânâ yönüyle ise şiirden çok çok farklıdır. Şiirde ekseriyetle hayal hükmeder, ifadeler mübalağalı olur. Kur’an’da ise, hayal değil, hakikat esastır, mübalağa değil, belâğat hâkimdir...
Bu eserde Kur’an’ı Kerim meali konularına göre ela alınacak.
İnsani sözlerden uzak bir şekilde mealin dışına çıkılmadan , yeni bir terkiple Kur’an’ı Azimüşşan’ın türkçe tercümesi okuyucuya sunulacaktır
Kur’an ayetleri fesahat içerir:
Fesahat; sözün lâfız, mâna ve âhenk itibariyle kusursuz olmasıdır. Diğer tâbirle, lâfızların söylenişinin tatlı, mânasının da söylenirken hemen zihne girmesidir.
Bu keyfiyetlerin birincisi, kelime ve cümle âhengi ile, ikincisi de kullanan kimsenin kelime hazinesi ve seçme kudreti ile alâkalıdır.
Kur’an selaset/akıcılık ve fesahat/açıklık açısından mu’cizedir. Yani selaset ve fesahatin zirvesinde bir üslub ve beyan kullanmıştır.
Belağat;hitâp ettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı, güzel söz söyleme san’atıdır.
Yani muhatabın haline uygun söz söylemektir. Kur’an bu noktadan eşsizdir ve mu’cizedir insanları bu noktada âciz bırakır.
Beyan ve ifadenin en tatlısı ve güzeli, îcazdır/özlü anlatımıdır, yani az sözle çok şey anlatmaktır. Kur’an, çok büyük safhaları ve merhaleleri bir iki ayet ve cümle ile îcaz edip yani özetleyip diğer merhalelere/aşamalara intikal eder.
Bu intikal aralarında bir boşluk bir ahenksizlik değil bir tefekkür, bir te’vil sahası teşkil ediyor. Bu yüzdendir ki üzerine binlerce tefsir kitapları yazılmıştır.
Kur’ân’ın kelime ve cümlelerindeki nizam ve birbiriyle münasebetleri cihetinden de mu’cizedir.
"Ve denildi ki: ’Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu tut.’ Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cûdî Dağına oturdu. Ve ’Zalimler güruhu Allah’ın rahmetinden uzak olsun.’ denildi." (Hûd, 11/44.)
Çok büyük bir hâdise ancak bu kadar veciz ve öz bir ifade ile icmal edilebilir.
Kur’ân’da, varlık âleminin hakikatlerine ve İlâhî fiil, isim ve sıfatlara dair ifadelerinde nizam, âhenk ve fevkaladelik vardır.
Hikmet-i Kur’aniyenin karşısında beşerin hikmetli sözleri hikmet-i Kur’an’a karşı sukut eder.
Kur’anla meşgül olan asfiya ve evliya ve hükemânın hikmetli sözleri ,ancak Kur’anın hikmetini izah edicidir. Mukayese edilemez.
Kur’ân-ı Hakîm’in ayetlerinin bitişinde gösterdiği fezlekeler/neticiler ve Esma-i Hüsnâ cihetindeki üslub-u bedîîsi/ gözü gönlü okşayan uslubu eşsizdir.
Kur’ân’nın ayetleri dünya üzerindeki eser ve fiillerde İlâhî hakikatleri anlatır.
Kur’an, beşerin nazarına san’at-ı ilahiyenin dokusunu açar,gösterir. Sonra o Esmâ’nın örgüsünü akla havale eder.
Kur’ân’ın Cenab-ı Hakk’ın fiilerini açıklar ,bir özet halinde sunar
Kur’ân’ın, bazen mahlukat- ilahiyeyi bir tertiple zikreder. Sonra o mahlukat içinde bir nizam, bir mizanın olduğunu ve onun arkasında ki esma-i ilahiyeyi gösterir.
Kur’ân, bazen değişime maruz ve muhtelif keyfiyata sebep maddî cüz’iyatı zikreder. Onları hakikatin suretine çevirmek için nuranî, küllî esma ile birleştirir ona bağlar.
Kur’an ,kâh olur ki; ayetlerle geniş bir kesrete/çokluğa ahkâm-ı Rububiyet’i serer.
Sonra birlik ciheti hükmünde bir rabıta-i vahdet ile birleştirir. Veyahut bir kaide-i külliye içinde yerleştirir.
Kur’an, Kâh oluyor ki; ayetin zâhirî sebebini, icadın/yoktan var etmenin kabiliyetinden azletmek ve uzak göstermek için müsebbebin gayelerini, semerelerini gösterir.
Tâ anlaşılsın ki, sebep yalnız zâhirî bir perdedir.
Kur’an, âhirete ait İlâhî fiilleri anlatırken, dünyada müşahede edilen fiillerle kalb ve zihinleri ikna eder.
Kur’ân,cüz’î hâdiselerde,İlâhî isimler vasıtasıyla, muhitin/etrafın,çevrenin hakikatlerini gösterir
Kur’ân, bazen insanın isyankârâne amellerini zikredip şiddetli bir tehditle zecretmesi/zorlaması, sonra şiddet-i tehdit, ye’se ve ümitsizliğe atmaması için rahmetine işaret eden bir kısım esmâ ile hâtime/nihayet verip teselli eder.
Kur’an-ı Kerim Allah’ın ezeli ilminden süzülüp geldiği için beşerin yazdığı kitaplar gibi sınırlı ve kayıtlı değildir. Bir kelime ya da cümlesine sayısız manalar yüklenip anlam çıkarılabilir.
Zaten kelime ve cümlenin genişliği müellifin kast ve iradesine bakar. Yani her mana arkasında o kast ve iradenin bulunması lazımdır ki, müellife mal edilebilsin.
Allah’ın ilmi ezeli ve ebedi olduğu için, kelime ve cümle kurgusunun muhtemel bütün manalarına refakat edip onları sahiplenir. Bu husus insanların eserlerinde çok mahdut ve kısır kalır.
Zira insan iradesi ve ilmi cüzidir. Cüzi külliye kapak olamaz. Öyle ise Kur’an’ın kelime ve cümlelerinde sonsuz manaların bulunması tabi ve olağan bir şeydir.
Bütün bu mana ve incelikleri muhatap kitlesinden sadece bir cüzünü teşkil eden insana hasretmek yanlış olur. Kur’an’ın muhatapları sadece insanların avam kısmı değildir.
Kur’an şakirtleri/öğrencileri içinde Hazreti Peygamber (asv)’den tut ta basit fikirli avam bir insana kadar muhtelif tabakalar vardır.
Kur’an muhtelif tabakalara hitap ettiği için elbette mana yönünden çok zengin ve sınırsız olması gerekir. Her insan kendi kameti kıymetince ondan istifade eder.
Ben kendi cüzi istifademi esas alıp "şuna ne gerek vardı" dersem benden üstteki müşterilere haksızlık etmiş olurum.
Allah Resulü (asv)’ın bir ayetten aldığı feyiz, bazen bir peygamberin ömrü boyunca aldığı feyze mukabil geldiğini düşünecek olursak, Kur’an’ın ne denli eşsiz muhataplarının ve istifade edenlerinin olduğunu görürüz.
Sahabelerin Kur’an’ı bütün hasse ve duyguları ile emdiğini ve muhteşem bir mana erleri olduğunu bütün İslam alimleri itiraf etmişlerdir.
Bir Hazreti Ebu Bekir ve Ali (ra)’in Kur’an’dan aldığı feyze bütün ümmet birleşse yetişemez.
Kur’an’nın ibareleri bir levha gibidir, sadece kainat sahnesine işaret ediyor. Kainat sahnesinde ise tefekkür edilecek sayısız mana ve incelikler mevcuttur.
"Okyanustan bir damla" ibaresi bu kainat sahnesinin genişliğine işaret etmek içindir.
Mesela, Allah’ın tevhidine delil nedir, denildiği zaman bir elma gösterilir ve onun üstünde ispat edilir. Elma bir damla, elmalar bir göl, sair meyveler bir deniz, diğer mahlukatlarla beraber hepsi okyanus, tüm kainat ise sonsuz bir bahr-ı ummandır. Kur’an’ın nuru bu bahr-ı ummandan sadece bir damladır.
Tefekkür noktasından bizim nazarımıza belki bir damla, bir göl bir, deniz kafi gelebilir, lakin koca gözleri olan Cebrail, İsrafil, Azrail, Mikail (as) gibi varlıkların yanında bu alemler bir toz zerresi gibidir.
Hem kainat hem Kur’an onlarında kitabı, onlarında rehberidir, sadece insana bakmıyor.
Ayrıca Hazreti Peygamberimiz (asv)’in bu meleklerden daha üstün olduğu düşünüldüğünde, onun istifade alanının ne kadar geniş ve külli olduğu takdir edilir.
Özet olarak, Allah Kur’an’ın sayısız manalarını okuyacak sayısız mahlukatı ve nazarı yaratmıştır. Öyle ise okyanus tabiri hafif bile kalır.
Öyleyse gayret bizden, başarı ancak Allah’tandır
Şüphesiz sizin Rabbiniz,
gökleri ve yeri
altı günde yaratan
sonra arşa istivâ eden;
gündüzü,
kendisini süratle kovalayan geceyle
bürüyüp örten;
güneşi, ayı ve yıldızları
emrine boyun eğdiren
Allah’tır.
Bilin ki,
yaratma da,
emir ve idâre yetkisi de
yalnız O’na aittir.
Âlemlerin Rabbi olan Allah
yüceler yücesidir. (1)
Allah kullarına karşı çok lutufkârdır.
Dilediğini istediği şekilde rızıklandırır.
Çünkü O
çok kuvvetlidir,
kudreti dâimâ üstün gelendir. (19)
Şüphesiz Rabbiniz,
gökleri ve yeri altı günde yaratan,
sonra arşa hükümrân olan,
her şeyi ve her işi
yerli yerince yöneten
Allah’tır.
O’nun izni olmadan
şefaat edebilecek hiç kimse yoktur.
Rabbiniz Allah işte budur.
Öyleyse
O’na kulluk edin.
Hâlâ düşünüp ders almayacak mısınız? (2)
Onlar,
yeryüzünde dolaşıp
kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna
ibretle bakmazlar mı?
Halbuki onlar
kendilerinden çok daha kuvvetli idiler;
hem sular, madenler çıkarmak,
ekin ekmek,
ağaç dikmek için yeri karmış,
alt üst etmişler;
hem de onu
bunların imarından daha fazla
îmâr etmişlerdi.
Onlara da peygamberleri
mûcizeler, açık deliller getirmişti
fakat inkâr edip helâk oldular.
Böyle yapmakla
Allah onlara asla zulmetmedi;
fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı. (17)
Sizi imtihan edip
hanginizin daha güzel amel işleyeceğini
ortaya çıkarmak için
gökleri ve yeri
altı günde yaratan
O’dur.
Arşı ise daha önce su üzerinde idi.
Buna rağmen şayet:
“Siz öldükten sonra kesinlikle diriltileceksiniz”
diyecek olsan,
inkâra saplananlar muhakkak:
“Bu düpedüz bir büyüden
başka bir şey değil” derler. (3)
“Yoksa
bizim sizi boşuna yarattığımızı,
sonunda bizim huzurumuza
geri döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (14)
O Allah ki
gökleri, yeri
ve aralarında bulunan her şeyi
altı günde yarattı,
sonra da arşa istivâ etti.
O Rahmân’dır.
Artık yaratılışın sırrını,
her şeyi en iyi bilen Rabbine sor! (4)
O Allah ki,
gökleri, yeri
ve bunlar arasında bulunan her şeyi
altı günde yarattı,
sonra da arş üzerine istivâ etti.
Sizin O’ndan başka
ne bir dostunuz
ne de bir şefaatçiniz vardır.
Hâlâ düşünüp ders ve öğüt almayacak mısınız? (5)
Bu yakıcı azap,
bizzat kendi ellerinizle
işlediğiniz günahlar yüzündendir.
Yoksa Allah
kullarına asla zulmedici değildir. (10)
Biz ona vermedik mi iki göz? (8)
Biz gökleri, yeri
ve ikisi arasındakileri
altı günde yarattık.
Ama bize
en küçük bir yorgunluk bile dokunmadı. (6)
Biz onlara zulmetmedik,
fakat onlar kendi kendilerine zulmettiler.
Rabbinin azab emri geldiğinde,
Allah’ı bırakıp da
yalvardıkları tanrıları
onlara hiçbir fayda sağlamadı.
Faydaları dokunmak şöyle dursun,
zararlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.(12)
Gökleri ve yeri altı günde yaratan,
sonra da arşa istivâ eden
O’dur.
O
yere gireni de,
ondan çıkanı da,
gökten ineni de,
göğe yükseleni de bilir.
Nerede olursanız olun,
O dâimâ sizinle beraberdir.
Allah,
bütün yaptıklarınızı
hakkiyle görmektedir.(7)
Nefse ve onu düzgün bir biçimde
yaratıp düzenleyene, (9)
Yoksa onlara
daha önce helâk edilen toplulukların,
Nûh kavminin,
Âd ve Semûd’un,
İbrâhim kavminin,
Medyen halkının
ve şehirleri altı üstüne getirilmiş
Lût kavminin
ibret dolu haberleri gelmedi mi?
Halbuki onlara peygamberleri
apaçık deliller getirmişti de,
kabul etmemişlerdi.
Allah onlara kesinlikle zulmetmedi,
fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı. (11)
“Benim verdiğim karar asla değiştirilemez;
ben kullarıma kesinlikle zulmetmem!”(13)
Allah,
insanlara aslâ haksızlık etmez.
Fakat insanlar
kendi kendilerine haksızlık ederler. (15)
Her ümmetin bir peygamberi vardır.
Onlara peygamberleri geldiğinde
aralarında adâletle hükmedilir
ve onlara hiçbir haksızlık yapılmaz (16)
Orucun farz kılındığı ramazan ayı,
insanlara hidâyet rehberi olup
onlara doğru yolu gösteren
ve hakkı bâtıldan ayırıcı
en açık delilleri ihtiva eden
Kur’an’ın indirildiği aydır.
İşte bu sebeple içinizden
ramazan ayına erişen orucunu tutsun.
Ancak hasta veya yolcu olup da
oruç tutamayan kimse,
tutamadığı oruçları başka günlerde tutsun.
Allah sizin için kolaylık diler,
fakat zorluk dilemez.
Bütün bunlar sayıyı tamamlamanız,
size doğru yolu gösterdiği için
Allah’ın yüceliğini tanımanız
ve O’na şükretmeniz içindir. (18)
1) A’râf / 54. Ayet 2) Yunus / 3. Ayet 3) Hûd / 7. Ayet
4) Furkan / 59. Ayet 5) Secde / 4. Ayet 6) Kaf / 38. Ayet
7) Hadid / 4. Ayet 8) Beled / 8. Ayet 9) Şems / 7. Ayet
10) Enfâl / 51. Ayet 11) Tevbe / 70. Ayet 12) Hûd / 101. Ayet
13) Kaf / 29. Ayet 14) Mü’minûn / 115. Ayet 15) Yunus / 44. Ayet
17 ) Rûm / 9. Ayet 18) Bakara / 185. Ayet 19)Şûrâ / 19. Ayet