4
Yorum
16
Beğeni
0,0
Puan
789
Okunma
KALEME ALINAN ESER ÜZERİNE BİR KAÇ SÖZ
Kur’an âyetleri şiir değildir.
Ancak düz bir anlatım da değildir. Onu okuyan herkes ondaki akıcılığı kolaylıkla fark eder.
Evet, o bir şiir değildir,
Fakat şiir gibi akıcıdır. Mânâ yönüyle ise şiirden çok çok farklıdır. Şiirde ekseriyetle hayal hükmeder, ifadeler mübalağalı olur. Kur’an’da ise, hayal değil, hakikat esastır, mübalağa değil, belâğat hâkimdir...
Bu eserde Kur’an’ı Kerim meali konularına göre ela alınacak.
İnsani sözlerden uzak bir şekilde mealin dışına çıkılmadan , yeni bir terkiple Kur’an’ı Azimüşşan’ın türkçe tercümesi okuyucuya sunulacaktır
Kur’an ayetleri fesahat içerir:
Fesahat; sözün lâfız, mâna ve âhenk itibariyle kusursuz olmasıdır. Diğer tâbirle, lâfızların söylenişinin tatlı, mânasının da söylenirken hemen zihne girmesidir.
Bu keyfiyetlerin birincisi, kelime ve cümle âhengi ile, ikincisi de kullanan kimsenin kelime hazinesi ve seçme kudreti ile alâkalıdır.
Kur’an selaset/akıcılık ve fesahat/açıklık açısından mu’cizedir. Yani selaset ve fesahatin zirvesinde bir üslub ve beyan kullanmıştır.
Belağat;hitâp ettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı, güzel söz söyleme san’atıdır.
Yani muhatabın haline uygun söz söylemektir. Kur’an bu noktadan eşsizdir ve mu’cizedir insanları bu noktada âciz bırakır.
Beyan ve ifadenin en tatlısı ve güzeli, îcazdır/özlü anlatımıdır, yani az sözle çok şey anlatmaktır. Kur’an, çok büyük safhaları ve merhaleleri bir iki ayet ve cümle ile îcaz edip yani özetleyip diğer merhalelere/aşamalara intikal eder.
Bu intikal aralarında bir boşluk bir ahenksizlik değil bir tefekkür, bir te’vil sahası teşkil ediyor. Bu yüzdendir ki üzerine binlerce tefsir kitapları yazılmıştır.
Kur’ân’ın kelime ve cümlelerindeki nizam ve birbiriyle münasebetleri cihetinden de mu’cizedir.
"Ve denildi ki: ’Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu tut.’ Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cûdî Dağına oturdu. Ve ’Zalimler güruhu Allah’ın rahmetinden uzak olsun.’ denildi." (Hûd, 11/44.)
Çok büyük bir hâdise ancak bu kadar veciz ve öz bir ifade ile icmal edilebilir.
Kur’ân’da, varlık âleminin hakikatlerine ve İlâhî fiil, isim ve sıfatlara dair ifadelerinde nizam, âhenk ve fevkaladelik vardır.
Hikmet-i Kur’aniyenin karşısında beşerin hikmetli sözleri hikmet-i Kur’an’a karşı sukut eder.
Kur’anla meşgül olan asfiya ve evliya ve hükemânın hikmetli sözleri ,ancak Kur’anın hikmetini izah edicidir. Mukayese edilemez.
Kur’ân-ı Hakîm’in ayetlerinin bitişinde gösterdiği fezlekeler/neticiler ve Esma-i Hüsnâ cihetindeki üslub-u bedîîsi/ gözü gönlü okşayan uslubu eşsizdir.
Kur’ân’nın ayetleri dünya üzerindeki eser ve fiillerde İlâhî hakikatleri anlatır.
Kur’an, beşerin nazarına san’at-ı ilahiyenin dokusunu açar,gösterir. Sonra o Esmâ’nın örgüsünü akla havale eder.
Kur’ân’ın Cenab-ı Hakk’ın fiilerini açıklar ,bir özet halinde sunar
Kur’ân’ın, bazen mahlukat- ilahiyeyi bir tertiple zikreder. Sonra o mahlukat içinde bir nizam, bir mizanın olduğunu ve onun arkasında ki esma-i ilahiyeyi gösterir.
Kur’ân, bazen değişime maruz ve muhtelif keyfiyata sebep maddî cüz’iyatı zikreder. Onları hakikatin suretine çevirmek için nuranî, küllî esma ile birleştirir ona bağlar.
Kur’an ,kâh olur ki; ayetlerle geniş bir kesrete/çokluğa ahkâm-ı Rububiyet’i serer.
Sonra birlik ciheti hükmünde bir rabıta-i vahdet ile birleştirir. Veyahut bir kaide-i külliye içinde yerleştirir.
Kur’an, Kâh oluyor ki; ayetin zâhirî sebebini, icadın/yoktan var etmenin kabiliyetinden azletmek ve uzak göstermek için müsebbebin gayelerini, semerelerini gösterir.
Tâ anlaşılsın ki, sebep yalnız zâhirî bir perdedir.
Kur’an, âhirete ait İlâhî fiilleri anlatırken, dünyada müşahede edilen fiillerle kalb ve zihinleri ikna eder.
Kur’ân,cüz’î hâdiselerde,İlâhî isimler vasıtasıyla, muhitin/etrafın,çevrenin hakikatlerini gösterir
Kur’ân, bazen insanın isyankârâne amellerini zikredip şiddetli bir tehditle zecretmesi/zorlaması, sonra şiddet-i tehdit, ye’se ve ümitsizliğe atmaması için rahmetine işaret eden bir kısım esmâ ile hâtime/nihayet verip teselli eder.
Kur’an-ı Kerim Allah’ın ezeli ilminden süzülüp geldiği için beşerin yazdığı kitaplar gibi sınırlı ve kayıtlı değildir. Bir kelime ya da cümlesine sayısız manalar yüklenip anlam çıkarılabilir.
Zaten kelime ve cümlenin genişliği müellifin kast ve iradesine bakar. Yani her mana arkasında o kast ve iradenin bulunması lazımdır ki, müellife mal edilebilsin.
Allah’ın ilmi ezeli ve ebedi olduğu için, kelime ve cümle kurgusunun muhtemel bütün manalarına refakat edip onları sahiplenir. Bu husus insanların eserlerinde çok mahdut ve kısır kalır.
Zira insan iradesi ve ilmi cüzidir. Cüzi külliye kapak olamaz. Öyle ise Kur’an’ın kelime ve cümlelerinde sonsuz manaların bulunması tabi ve olağan bir şeydir.
Bütün bu mana ve incelikleri muhatap kitlesinden sadece bir cüzünü teşkil eden insana hasretmek yanlış olur. Kur’an’ın muhatapları sadece insanların avam kısmı değildir.
Kur’an şakirtleri/öğrencileri içinde Hazreti Peygamber (asv)’den tut ta basit fikirli avam bir insana kadar muhtelif tabakalar vardır.
Kur’an muhtelif tabakalara hitap ettiği için elbette mana yönünden çok zengin ve sınırsız olması gerekir. Her insan kendi kameti kıymetince ondan istifade eder.
Ben kendi cüzi istifademi esas alıp "şuna ne gerek vardı" dersem benden üstteki müşterilere haksızlık etmiş olurum.
Allah Resulü (asv)’ın bir ayetten aldığı feyiz, bazen bir peygamberin ömrü boyunca aldığı feyze mukabil geldiğini düşünecek olursak, Kur’an’ın ne denli eşsiz muhataplarının ve istifade edenlerinin olduğunu görürüz.
Sahabelerin Kur’an’ı bütün hasse ve duyguları ile emdiğini ve muhteşem bir mana erleri olduğunu bütün İslam alimleri itiraf etmişlerdir.
Bir Hazreti Ebu Bekir ve Ali (ra)’in Kur’an’dan aldığı feyze bütün ümmet birleşse yetişemez.
Kur’an’nın ibareleri bir levha gibidir, sadece kainat sahnesine işaret ediyor. Kainat sahnesinde ise tefekkür edilecek sayısız mana ve incelikler mevcuttur.
"Okyanustan bir damla" ibaresi bu kainat sahnesinin genişliğine işaret etmek içindir.
Mesela, Allah’ın tevhidine delil nedir, denildiği zaman bir elma gösterilir ve onun üstünde ispat edilir. Elma bir damla, elmalar bir göl, sair meyveler bir deniz, diğer mahlukatlarla beraber hepsi okyanus, tüm kainat ise sonsuz bir bahr-ı ummandır. Kur’an’ın nuru bu bahr-ı ummandan sadece bir damladır.
Tefekkür noktasından bizim nazarımıza belki bir damla, bir göl bir, deniz kafi gelebilir, lakin koca gözleri olan Cebrail, İsrafil, Azrail, Mikail (as) gibi varlıkların yanında bu alemler bir toz zerresi gibidir.
Hem kainat hem Kur’an onlarında kitabı, onlarında rehberidir, sadece insana bakmıyor.
Ayrıca Hazreti Peygamberimiz (asv)’in bu meleklerden daha üstün olduğu düşünüldüğünde, onun istifade alanının ne kadar geniş ve külli olduğu takdir edilir.
Özet olarak, Allah Kur’an’ın sayısız manalarını okuyacak sayısız mahlukatı ve nazarı yaratmıştır. Öyle ise okyanus tabiri hafif bile kalır.
Öyleyse gayret bizden, başarı ancak Allah’tandır
Dinde zorlama yoktur.
Gerçekten doğru eğriden ayrılıp
iyice belli olmuştur.
Artık kim şeytânî güçleri inkâr edip
Allah’a inanırsa,
muhakkak kopması mümkün olmayan
sağlam bir kulpa sarılmış olur.
Allah, işitendir, bilendir. (7)
İbrâhim, İsmâil’le birlikte
Beytullah’ın temelleri üzerine
duvarlarını yükseltirken
şöyle dua ediyorlardı:
“Rabbimiz,
bizden bunu kabul buyur.
Şüphesiz sen işiten ve bilensin.” (1)
Eğer onlar,
sizin iman ettiğiniz gibi inanırlarsa
mutlaka doğru yolu bulurlar.
Yok, yüz çevirirlerse,
büyük bir anlaşmazlık
ve derin bir çıkmaza saplanmış olurlar.
Onlara karşı Allah sana kafi gelecektir.
O, işiten ve bilendir. (2)
Kim bu vasiyeti işittikten sonra değiştirirse,
şüphesiz bunun günahı
onu değiştirenlerin üzerinedir.
Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. (3)
Allah’ın adını,
olur olmaz ettiğiniz yeminleriniz yüzünden
iyilik yapmanızın,
kötülüklerden sakınmanızın
ve insanların arasını düzeltmenizin önünde
bir engel hâline getirmeyin.
Allah, her şeyi işiten ve bilendir. (4)
Allah yolunda savaşın
ve iyi bilin ki Allah,
her şeyi hakkıyla işiten ve bilendir. (6)
Muhakkak ki Allah
Âdem’i, Nûh’u, İbrâhim âilesini
ve İmrân âilesini
tertemiz bir hülâsa hâlinde seçip
bütün insanlık üzerine
üstün kılmıştır. (8)
Bir zamanlar
İmrân’ın hanımı şöyle demişti:
“Rabbim!
Karnımdaki çocuğu
her kayıttan azâde olarak
senin hizmetine adadım;
bunu benden kabul buyur.
Şüphesiz sen,
duaları işiten,
maksat ve niyetleri bilensin.” (9)
Orada Zekeriya
Rabbine şöyle niyazda bulundu:
“Rabbim!
Bana katından
tertemiz bir evlat ihsân eyle.
Şüphesiz ki sen,
duaları hakkiyle işitensin.” (10)
Rasûlüm!
Hatırla o zamanı ki sen,
mü’minleri Uhud’da savaş mevzilerine
yerleştirmek üzere
sabah erkenden ailenden ayrılıp yola çıkmıştın.
Allah her şeyi hakkiyle işiten,
kemâliyle bilendir. (11)
Şüphesiz Allah
size emânetleri ehline vermenizi
ve insanlar arasında hükmettiğinizde
adâletle hükmetmenizi emrediyor.
Böylece Allah
size ne güzel öğüt veriyor!
Doğrusu Allah
her şeyi hakkiyle işiten,
kemâliyle görendir. (12)
Kim
dünya nimet ve mutluluğunu istiyorsa,
şunu bilsin ki,
dünyanın da âhiretin de nimet ve mutluluğu
Allah katındadır.
Allah,
her şeyi hakkiyle işiten
ve kemâliyle görendir. (13)
Allah çirkin sözün,
açıkça söylenmesinden asla hoşlanmaz.
Ancak zulme uğrayan kimsenin durumu başkadır.
Allah, her şeyi hakkiyle işitir
ve kemâliyle bilir (14)
Gecenin karanlığı,
gündüzün aydınlığı içinde barınan her şey
O’nundur.
O hakkiyle işitendir,
kemâliyle bilendir. (15)
Rabbinin sözü doğruluk yönüyle de,
adâlet yönüyle de mükemmeldir.
O’nun sözlerini
değiştirebilecek hiç kimse yoktur.
O her şeyi hakkiyle işiten,
kemâliyle bilendir. (16)
Eğer şeytandan gelen bir vesvese
seni dürtecek olursa
hemen Allah’a sığın.
Çünkü O,
hakkiyle işiten,
kemâliyle bilendir. (17)
Her şeye rağmen
o düşmanlar barışa yanaşırlarsa
sen de yanaş
ve Allah’a güvenip dayan.
Hiç şüphesiz Allah
hakkiyle işiten,
kemâliyle bilendir. (18)
Rasûlüm!
İnkârcıların ileri geri konuşmaları
sakın seni üzmesin.
Hiç şüphesiz bütün yücelik,
üstünlük ve şeref Allah’ındır.
Her şeyi hakkiyle işiten,
kemâliyle bilen
O’dur. (19)
Rabbi onun (Hz.Yusuf )duasını kabul etti
ve kadınların tuzağını ondan uzaklaştırdı.
Çünkü O,
her şeyi hakkiyle işiten,
kemâliyle bilendir. (20)
1) Bakara / 127. Ayet, 2) Bakara / 137. Ayet 3) Bakara / 181. Ayet
4) Bakara / 224. Ayet 5) Bakara / 227. Ayet 6) Bakara / 244. Ayet
7) Bakara / 256. Ayet 8) Âl-i İmrân / 33. Ayet 9) Âl-i İmrân / 35. Ayet
10) Âl-i İmrân / 38. Ayet 11) Âl-i İmrân / 121. Ayet 12) Nisâ / 58. Ayet
13) Nisâ / 134. Ayet 14) Nisâ / 148. Ayet 15) En’âm / 13. Ayet
16) En’âm / 115. Ayet 17) A’râf / 200. Ayet 18) Enfâl / 61. Ayet
19) Yunus / 65. Ayet 20) Yusuf / 34. Ayet